SEYYİD AHMED er RUFAİ Hz.
Evliyanın büyüklerinden “Vilayet-i Uzma” sahibi ,dörtler diye isimlendirilen kutublardan biridir.Peygamber Efendimizin (s.a.v.) soyundan olup,seyyiddir.İsmi Ahmed Bin Sultan Ali Bin Yahya Yahya bin Sabit bin Ebü’l-Fevaris Hazım Ali Bin Ahmed Murteza bin Ali İşbili bin Rüfae Hasen bin mehdi bin Muhammed bin Hasen bin Ahmed Salih bin Musa bin İbrahim Murteza bin Musa Kazım bin Ca’feri Sadık bin Muhammed Bakır Bin Ali Zeynel ağabeydin bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talibdir.( R.A.). Ahmed Rufai hazretleri Beni-Rufae kabilesine mensup olduğu için, kendisine Rufai denilmiştir.Anne tarafından da nesebi Hz Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-el Ensariye (r.a.) dayanır.Bunun için kendisine, “Ebü’l-Alemeyn ( İki sancak sahibi)” künyesi verilmiştir.Ebü’l-Abbasta denir.Bu künyenin kendisine verilmesi,nesebinin, Hz.Fatıma validemiz sebebiyle Peygamber Efendimize ( S.A.V.) ve “Mihmandar-ı Resulullah” olan Hz.Halid bin Zeyd’e dayanması sebebiyledir.
Ahmed Rufai hazretlerinin dayısı,büyük alim Mensur ( r.a. ) söyle anlattı:”Bir gün manevi alemde Peygamber Efendimizi gördüm.Bana “Ey mensur ! kız kardeşin, kırk gün sonra Ahmed İsminde bir çocuk dünyaya getirecek. Bu çocuğu, Aliyyül Kari Vasiti’nin terbiyesine teslim et.Bu zat, Allah indinde azizdir, sakın ihmal etmeyiniz” buyurdular.Tam kırk gün sonra Ahmed dünyaya teşrif etti.Doğumu 512 ( m.1182 ) senesi, cemazilevvel ayının 22. Perşembe günü, ikindi vaktinde, altmışaltı yaşında iken vefat etti.
Ahmed Rufai ( r.a.) yedi yaşında iken babası vefat etti. Onu, dayısı Mensur Betaihi, hususi bir ihtimam ile büyüttü, ilim öğretti Önce Kur’an-ı Kerimi ezberledi.Kur’an-ı Kerim hocası Abdulmelik Arnuti’dir ( r.a. ). Ahmed Rufai ( r.a. ) anlattı: “Ben henüz yedi yaşında idim. Allahü Tealanın Zatına ve sıfatlarına ait bilgilerde ma’rifet sahibi olan hocam Abdulmelik Arnuti’yi ziyarete gittim.Bna vasiyetinde bildirdi ki,” ya Ahmed! Sana şu diyeceğim şeyleri hafızanda tut, ezberle ve hiç unutma” bende “peki efendim”.Buyurdu ki: “ Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakikate kavuşamaz.Şüpheden kurtulmayanın, dünyevi düşünenin nefsi arzularının peşinde olanın; felaha hidayete kavuşması düşünülemez.Bir kimse kendi kusurunu noksanını bilmiyorsa onun bütün zamanı da noksan geçer.” Bu kıymetli sözleri hemen ezberledim.Bir yıl bu sözlere göre amel etti.Bir yıl sonunda kendisinden yine nasihat istediğimde buyurdu ki: “Hakiki alimleri evliyayı tanımamak çok kötüdür.Tabibin hasta olması ne fena, akıllı kimsenin cahil kalması ne kötüdür.”
Ahmed Rufai ( r.a. ) çocukken bir grup evliyanın yanından geçiyordu.Hepsi kendisine bakıyorlardı.Birisi “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah, bu mübarek ağaç ( çocuk ) başladı” dedi.İkincisi; “Biraz sonra dallanır”, üçüncüsü; “kısa zamanda gölgesi etrafı doldurur”, dördüncüsü “çok geçmeden meyve verir ve ay gibi etrafa ışıklarını salar”, beşincisi ; “yakında insanlar onun kerametlerini, fevkalade hallerini görürler.O,insanların hacetlerini ( ihtiyaçlarını ) istediği kimse olur”, altıncısı; “pek kısa zamanda şanı yücelir”, yedincisi; “onun talebeleri pek fazla olur” dediler.
Ahmed Rufai’yi ( r.a ), dayısı, bir müddet sonra vasıt şehrine, büyük alimlerden ilim öğrenmek üzere gönderdi.Vasıt’a göndermesisnin sebebi, rüyada peygamberimizin ( s.a.v. ) emri şerifleri olmuştur.İslam alimleri umumiyetle Vasıt şehrine gelir, talebeler ders verirlerdi.Büyük alim Aliyyül Kari Vasıti Hazretleri ve yine dayısı Ebu Berk el-Ensari el-Vasıti hazretleri de Vasıta bulunuyordu.Büyük alimler Ahmed Rufaiyi ( r.a. ) öyle yetiştirdiler ki, o, tasavvufta zamanın bir tanesi oldu.Aliyyül Kari 578 ( m.1182 ) de vefat etti.1016 ( m.1607 ) de vefat eden Aliyyül Kari başkadır ki bu hakiki Ehl-i sünnet alimlerine dil uzatmıştır.Ahmed Rufai Aliyyül Kari ve İshak Şirazi hazretlerinden bütün ilimleri öğrendi.Büyük bir fıkıh, hadis, tefsir alimi oldu.Tasavufta emsaline az rastlanacak büyük vilayet derecelerine kavuştu.Allahü tealanın emirlerini harfiyen yapar, yasaklardan büyük bir titizlikle kaçardı.Bildikleriyle amel eder ve başkalarına da tavsiye ederdi. Bir gün birisi gelip dua istedi. “benim şimdi bir günlük nafakam var, onun için duam kabul olmaz.Onu bitirdiğim zaman gel,sana dua edeyim” buyurdu ve öyle yaptı.
Ahmed Rufai hazretlerinin, namaz kılarken benzi sararır kendinden geçerdi.Gönlünde hissetliklerini hazirinden talip etmek mümkündü.Fakat heybetinden kimse cesaret edip soramazdı.Bir gün kendisi, namaza kalktığım zaman sanki Allahu teala bana kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum diye buyurdu.
Seyyid Ahmed Rufai ( r.a. ) orta boylu nur yüzlü, buğday benizli idi.Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi.Gözlerine sürme çeker devamlı tebessüm eder halde bulunurdu. Öğle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohbetine doyum olmazdı.Kürsüde oturarak konuşurdu. Konuşmaya başlayınca, sesini, uzaktakilerde yakınlardakiler gibi işitirlerdi.Çevre köydeki kimselerde, ayni şekilde duyarlardı.İnsanlar evlerinin üzerine çıkar, Seyyid Ahmed Rufai ( r.a. ) yanlarındaymış gibi dinlerlerdi.Öyle ki, bütün kelimeleri eksiksiz anlaşılırdı.Hatta sağırlar, yarım işitenler onun sohbeti ne katıldıkları zaman, Allahu tealanın ihsanı ile kulakları açılır, söylenilenleri işitirler ve anlarla idi.Beyaz gömlek giyer, pirinç unundan ekmek yaptırıp yerdi. Misafirler için verdiği yemek haricinde başka bir şey yemez di.Yemeği soğutarak yer, misafirsiz iftar yemeği yemezdi.Kendisine ait olan misafir konağı, her gün dolup taşar, günde iki öğün yemek çıkardı.Yolda her rastladığı kimseye, hatta çocuklara bile selam verirdi. Hastaların sıhhatlerini sormak için uzak yollara gitmekten üşenmez, onları ziyaretten zevk alırdı.İhtiyarlara, a’malara sıkıntıda onlara yardımcı olurdu.Peygamber efendimiz ( s.a.v. ) “kim saçı sakalı ağarmış Müslüman bir kimseye ikram ederse,Allahta ona ihtiyarladığında hürmet ve ikramda bulunacak kimseleri vazifelendirir, ona ikram ederler”.Hadisi şeriflerinde bildirildiği gibi hareket etmeyi düstur edinmişti.
O kadar mütevazi idi ki, hiçbir mecliste baş köşeye geçmez ve seccade üzerinde üzerinde oturmazdı.Daima az konuşur ve “sükütla emr olundum” buyurdu.Bir çok defa azamet-i ilahiye tecellisine mahzar olup, güneşin karşısında buzun eridiği gibi kendiside bir avuç su gibi kalıncaya kadar erir, sonra ilahi rahmet yetişerek eski halini bulurdu Daha sonrada cemaatine hitaben; “Cenabı hakkın lütfu olmasa, yanınıza dönmezdim” derdi.Eza ve cefaya tahammülü bir der-ı mesel olmuştur.
Ahmed Rufai hazretlerinin talebelerine bağlılığı çok fazlaydı.Onların arasında bulunmanın, onlarla sohbet etmenin, büyük sevaplar hasıl eden ibadet olduğunu buyurur ve talebelerine de kendi talebelerine böyle yapmalarını tavsiye ederdi.Allah adamlarıyla beraber olmayı sever, onların dualarını almaya çalışırdı.Düşkünleri çok seve, her zaman onları himaye etmeye çalışırdı.Eli, ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi eliyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı.Onlardan haz duyduğunu bildirir talebelerini de teşvik ederdi.Acıkmış bir fakiri görse, gider kendi eliyle yiyecek hazırlar, beraberce yerlerdi. Buyurdu ki “Büyük evliyalık yollarından geçirildim.Fakat fakirlik başkaları gözünde hakir olmak ve hastalık ve Allahu tealaya yakın ve daha uygun yok göremedim”.Bir yere gidip de dönerken yanında hazır bulundurduğu ipine, topladığı odunları bağlardı.Bunları getirir, şehirde bulunan dul, yetim,fakir,hasta olanlara dağıtırdı.Dünya malına hiç kıymet vermez,onları dine hizmette kullanırdı.Kendisi için dünyalık namına hiçbir şey alı koymazdı.Bütün malını fakir Müslümanlara dağıtırdı. Ahmed Rufai hacca gitmişti.Hac dönüşü Medine-i münevverede Resul-i Erkemin ( s.a.v. ) mübarek türbesini ziyareti esnasında şu mealdeki manzumeyi söyledi: “Uzaktık, toprağını öpmek için efendim, kendim gelmez vekil ruhumu gönderirdim.Şimdi seni ziyaret ni’meti oldu nasip, ver mübarek elini dudağım öpsün Habib”.
Şiir bitince, Peygamberimizin ( s.a.v. ) kabrinden mübarek elleri göründü.Seyyid Ahmed Rufai de, son derece ta’zim ve hürmetle eli öptü.Orada bulunan herkes hayretle hadiseyi gördü.Peygamber efendimiz’in ( s.a.v.)mübarek ellerini öptükten sonra, Ravda-i Mutahharanın kapılarının eşiklerine yattı.Ağlayarak oradaki cemaatin cümlesine, “Üzerime basarak geçiniz” diye yalvardı.Alimler başka kapılardan çıkmaya mecbur olru.Diğer kimseler üzerine basarak kapıdan çıktılar.Bu keramet pek meşhur olup,dilden dile günümüze kadar gelmiştir.
Büyüklerden biri, Ahmed Rufai’ye ( r.a. ) dua etmesi için bir hasta getirdi.Hasta bir kaç gün kaldığı halde, Ahmed Rufai hazretleri ( r.a. ) hiçbir şey söylemedi.Bunun üzerine hizmetçisi ya’kub “ efendim! Acaba niçin bu hasta için dua etmiyorsunuz” dedi.Buyurdu ki “ey ya’kub! Cenabu Hakkın üzerine yemin olsun ki, Allah katında benim kabul olunacağı va’d olunan yüz hacetim vardır.Şimdiye kadar hiç birini dilemedim”. Ya’kub “bir tanesi bu biçare hastaya sarf edilse nasıl olur?” deyince Ahmed Rufai hazretleri, “sen benim edebe aykırı hareket eden bir kimse olmamı mı istiyorsun” buyurup , A’raf suresi elli dördüncü: “Dikkat ediniz, halk ve emir ona mahsustur .Alemlerin Rabbi Allah çok yücedir.” Mealindeki ayeti kerimeyi okudu, sonra: “Ey Ya’kub! Aslında fakir olan bir kişi, bir hacet istirham edip, kabule mahzar olduğu zaman eski vekar ve şerefinden de bir kademe kaybeder” buyurdu Hizmetçisi Ya’kub “ efendim namazlardan sonra her zaman dua ettiğinizi görüyorum” deyince de, Ahmet Rufai ( r.a. ) “ o başka bu başkadır.Namazlardan sonra yapılan ilahi emre uymak için yapılan kulluk duasıdır.Bu ise hacet duasıdır ve hususi şartları vardır” buyurdu.Bu konuşmadan iki gün sonra o hasta şifa buldu.
Ahmet Hanaziri hazretleri anlatır: Bir gece Ahmed Rufai hazretlerinin türbesinde kalmıştım.Türbedar, burada vaki heybetten uyuyamayacağımı söyledi ise de, Allahu Tealay tevekkül ederek yattım.Yatsı namazı vakti türbenin kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.Biraz sonra birisinin yanıma gelip oturduğunu hissettim.Bana: “bu gece, mübarek bir gecedir.Ku’anı Kerim okumazmısın? Beraber okuyalım” dedi.Bende, “peki” diyerek, nahl süresinden necm suresine kadar beraber okuduk.Sabahleyin o zat iki ekmek ile iki kap getirdi.Kapların birinde süt öbüründe bal vardı.Doyuncaya kadar yedim.O zat bir anda kayboldu sonra türbedar geldi ve: “gece hep seni düşündüm aklım sende kaldı ; çünkü burada uyuyamaz” dedi.Başımdan geçeni anlattım.Türbedar: “seninle birlikte ku’anı kerim okuyan ve sana yemek getiren, büyük mürşidimiz Seyit Ahmet Rufai hazretleridir” dedi.
Sirac, tac-ül arifin ebul-vefadan ( r.a. ) naklederek şöyle bildirdi: Ebul-vefa hazretlerinin yanına genç bir kimse geldi.Gelen kimseye “ tövbe et” buyurdular.O da tövbe ve istiğfar edip “efendim! Siz alınlarda yazılı olanları okurmusunuz?” dedi.Ebul-vefa (r.a. ) o gence dikkatlice nazar edip teveccüh buyurdular.O anda genç kendinden geçti.Orada bulunanlar, Ebul-vefaya ( r.a. ) “ bu kimdir?” diye sordular.Oda, “bu kimsenin anlında, Seyyid Ahmed Rufai hazretlerini talebesi olacağı yazılıdır.Seyyid Ahmed Rufai ki, yakında zuhur eder, hakikatların toplandığı bir yol, duyulmamış gizli bilgilerin sahibidir.İnsanlar onun haline onun zamanına kadar yaşar mı?” dediler.O da, “evet” buyurdu.Dedikleri gibi oldu.
Hz.Seyyidin kız kardeşinin oğlu Ebul-hasan ali demiştir ki, “bir gün seyidin hususi odasının kapısında oturmuştum.Önünde bir kimsenin sesini duydum. Dikkatle bakınca, yanında birisini gördüm.Asla görmediğim bir surette idi.Bir saat kadar konuştular.Sonra, o şahıs hususi odanın duvarındaki pencereden, parlak şimşek gibi havadan geçip gitti.Seyyid Ahmed Rufai hazretlerinin huzuruna varıp, “bu şahıs kimdi ?” diye sordum. “Sen onu gördün mü?” buyurdular. “Gördüm” dedim. Buyurdu ki, “ o, öyle bir kimsedir ki, Allah’ü teala, atlas okyanusunu onunla hıfseder.Dört kutuptan birisidir.Üç gündür mahgur olmuştur, uzaklaştırılmıştır. Kendisinin haberi yoktur”. “Efendim! Mahgurluğuma ( vazifesinden uzaklaştırılmasına ) sebep nedir?” dedim.Buyurduki, “o atlas okyanusundaki adalardan birinde oturur.Orada üç gün üç gece yağmur yağdı. Hatırımdan geçti ki, keşke bu yağmur şehirlere, köylere yağaydı.Böyle düşündüğüne hemen istiğfar etti.Fakat bu itirazın kalbine gelmesi sebebiyle mahgur olmuş, uzaklaştırılmıştır.”Bende, “efendim ona bu halini bildirdiniz mi?”dedim. “sen bildirirmisin?” buyurdular. “evet” dedim. “başını önüne eğ” buyurdular.Eğdim, kulağıma bir ses geldi: “ya ali, başını kaldır.Başşımı kaldırdım.Kendimi atlas okyanusundaki adalardan birinde gördüm.Kendi kendime şaştım.Biraz yürüdüm.O zatı gördüm.Ona selam verip, hadiseyi anlattım.Bana and verdi ve dediki; “sana her ne dersem tut.” “peki” dedim. “hırkamı boğazıma tak ve beni yerde sürükleyerek götür ve Alla’u tealaya itiraz edenin cezası budur diyip bağır” dedi.Hırkasını boğazına geçirdim ve sürüklemek istedim.Bir ses duydum, “ ey ali, onu bırak.Zira gökteki melekler onun için ağlıyorlar, inliyorlar.Allah’u teala ondan hoşnut oldu” bu sesi duyunca kendimden geçtim.Kendime gelince kendimi dayımın yanında buldum.Yemin ederim ki, nasıl gidip geldiğimi bilemedim.
Ahmed Rufai’nin (r.a.) talebelerinden iki tanesi birbirlerini çok severdi.Birbirlerine olan bu yakınlık ve duydukları manevi hazdan kendilerinden geçerlerdi.Bir gün böyle bir anda, bir tanesi ellerini kaldırıp, “Ya rabbi! Cehennemden azad olduğuma dair bu aciz kuluna bir belge gönder” deyi verdi.Ö bürü, “ hak tealanın keremi çoktur, faldı ve ihsanı hudutsuzdur” dedi.böyle konuşurken, aniden gök yüzünden beyaz bir kağıt indi. Kağıdı aldılar.İçinde bir yazı görmediler.Seyyid Ahmet’in ( r.a. ) önüne geldiler.Hallerini anlatmayıp, o kağıdı ona verdiler.Kağıda bakınca, Allah’u telaya secde etti.Secdeden başını kaldırınca: “Allahu tealaya hamd osun ki cehennemden azad olduğunu buyurdu.”efendim, bu kağıt beyazdır” dediler.Buyurdu ki: “ kudret eli siyah ile yazmaz.Bu nur ile yazılmıştır.”
Seyyid Hasan (r.a.) anlattı: Bir gün hocam seyyid Ahmed Rufainin (r.a.) huzuruna bir kimse gelip, “efendim! Abdest almak için kuyudan su çıkarıyordum.Bir aslan gelip öküzüme saldırdı, parçaladı ve yedi.Ben şimdi ne yapayım?” dedi.Hocam, “ o aslanı bana çağırınız.Korkmayınız, ondan size zarar gelmez” buyurdu. Bende, “ peki efendim” dedim.Aslanı arayıp buldum hocam Seyis Ahmed Rufai hazretlerinin çağırdığını söyledim.Aslan geldi.Hocamın huzurunda yüzünü yere koydu.Hocam aslana, “ ey aslan! Bu fakirin hizmetini gören öküzü niçin yedin?” buyurdu.Aslan, Allahu Tealnın izniyle dile geldi, “ey efendim! Ceddin Muhammed a.s. hatırı için bana gadab edip beddua etmeyiniz.Zira bir haftadır bir şey yemedim, çok acıktım.Çaresiz kaldım, affedeceğinizi ümit ederim” dedi.Hocam, aslanın özrünü kabul etti ve “ suçunu bir şartla affediyorum. O da: yediğin öküzün yerine bu fakire hizmet edeceksin” buyurdular.Aslan kabul edip, o kimsenin hizmetinde bulundu.
Bir köpek cüzam hastalığına yakalanmıştı.Hiç kimse bu iğrenç halinden dolayı kapsına koymadı.Köpek bu şekilde kapılardan kovula kovula, seyyid Ahmed Rufainin (r.a.) kapısına geldi.Dermansız yara bere içinde idi. Köpeğin bu halini gören,Ahmed Rufai (r.a.), onu alıp, şehirden dışarı bir yerde ona bir gölgelik yaptı. Köpeği orada tedaviye başladı.Temizledi, yarasına merhem sürüp karnını doyurdu.Kırk gün bu şekilde tedavi gören köpek sıhhate kavuştu.Cüzzamdan eser bile kalmadı.Sonra köpeği güzelce yıkayıp şehre getirdi.Kendisine, “efendim! Bu köpeğe çok ilgi gösterdiniz.Acaba hikmeti nedir?”diye sordular.Onlara “kıyamet günü Rabbim bana, “ bu köpeğe niçin acımadın? Onun uğrattığım beladan niçin kurtarmadın? Aynı belaya düşürmem ihtimalini niçin düşünmedin?” diye sormasından korktum.Ey insanlar!kalplerinizi Allahü Tealanın yarattıklarına karşı merhamet hissiyle doldurunuz.Cenabu Hakkın sizi de aynı derde müptela kılmasından korkunuz” buyurdular.
Bir gün Ahmet Rufainin (r.a.) paltosunun eteğinde evin kedisi gelip uyudu.Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı.Bir müddet onu şefkatle seyretti.Onun uyanmayacağını anlayınca kedinin yattığı yeri kesti.O haliyle kalkıp namaza gitti.Geldiğinde kedi uyanık oradan gitmişti yoktu, kesik parçayı tekrar paltosuna dikti.Öyle ki, kesildiği yer hiç belli değildi.
Seyyid Ahmet Rufai (r.a.) bir gün, abdest alırken elini uzatmış bir halde bir müddet bekledi.Bu sırada, talebelerinden hizmetini gören Yakup oraya geldi.Hocasının elini uzatmış halde bekler görünce, tutup o elini öptü.O zaman Yakup’a, “ey Yakup! Zavallı hayvanı niçin rahatsız ettin” buyurdu.Bu sözden bir şey anlamayan Yakup, “ey efendim, anlayamadım, acaba zavallı hayvandan neyi kastediyorsunuz?” diye sorunca, “rızkını elimden yemekte olan sineği kaçırdın” buyurarak, hayvanlara olan merhametini izah etmek istediler.
Ahmed Rufai hazretleri, bir gün etrafına toplanmış olan yakınlarına, “içinizde benim bir ayıbımı, kusurumu görüp de söylemeyen varmıdır? Varsa lütfen söyleyiniz” buyurdular.Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki, “efendim ben sizde bir kusur görmüyorum.” Bunu işiten seyit hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve “ey kardeşim! Lütfen kusurumu söyleyiniz” buyurdu. O kimse, “ bizim gibi size layık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmazdılar” deyince, başta Ahmed Rufai (a.r.) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar.Bir ara Ahmed Rufai “hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve sizlerin hizmetçinizim” buyurarak onları teselli edip, tevazu gösterdiler.
İbrahim betsi isminde bir kimse Ahmed Rufai hazretlerini hiç sevmezdi.Hakkında uygun olamayan çirkin şeyler söylerdi.Bir gün hakaret dolu bir mektup yazıp, birisiyle gönderdi.Ahmed Rufai (r.a.) gelen kimseye mektubu sesli olarak okumasını söyledi.O kimse, her türlü itirafın bulunduğu bu mektubu okuyunca, seyyid hazretleri, sükunetle dinlediler ve doğru söylemiş.Eğer Allahü tealanın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem” buyurdular ve mektubuna cevap olarak şunları yazdılar: Muhterem İbrahim Betsi hazretleri, Allahü Teala beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı.Sizin doğrululuğunuza güveniyorum.Hayır dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helal etmenizi yüksek zatınızdan istirham ediyorum”. Bu tevazu dolu mektubu alan İbrahim Betsi çok şaşırdı.Yüzünü yerlere sürüp dışarı çıktı gitti.Nereye gittiği ve nerede olduğu bilinemedi.
Bir kimse Ahmet Rufai hazretlerini çekemez, onu hep kötüler, aleyhinde konuşurdu.Onun yüksek hallerini inkar eder, hiç birini kabul etmezdi.Ahmed Rufai hazretlerinin talebelerinden kimi görse önceden hazırladığı mektubu eline verip,hocasına göndermesini tembih ederdi.Ahmed Rufai hazretleri de mektubu açınca, “ey Mülhit, ey bid’atçı ey zındık… çok çirkin şeylerin yazılı olduğunu görürdü.Mektubu getiren talebesine bir miktar para verip, o kimseye götürmesini ve “sen benim sevap kazanmama ve sile oluyorsun, cenabu hak sana hayırlar ihsan etsin” diye söylediğini bildiriniz” der idi.Bu kimse, uzun müddet bu şekilde kötü hakaretlerine ve iftiralarına devam etti.Sonunda aciz kaldı.Ahmed Rufai’nin ( r.a. ) verdiği bu cevaplardan çok utanmaya başladı.Yaptığı hareketlerden pişman olup tövbe etti.Özrünü beyan etmek üzere, af dilemek için, Ahmed Rufainin (r.a.) huzuruna doğru hareket etti.Bulunduğu şehre yaklaşınca başını açtı, üzerinden örtüsünü çıkardı boynuna da bir yular taktı.Bir kimseye de bu yuları tutup, çeke çeke seyyid hazretlerinin huzuruna götürmesini rica etti.Ahmed Rufai onu bu halde görünce, “ey kardeşim! Seni bu hale getiren nedir?” diye sordular.O da, “yaptıklarım” dedi.Seyyid Ahmet ( r.a.), “ ey kardeşim! Yaptığın sadece birer hayırdır” buyurdular.O kimse yaptıklarına pişman olduğunu bildirerek özür diledi.Özrü kabul edilince, Ahmed Rufainin ( r.a) sadık talebelerinden oldu.
Seyyid Ahmed Rufai hazretlerine sıkıntılı dertli, ihtiyacı olanlar gelirler, on dan dua isterlerdi.Ayrıca ihtiyaçlarının karşılanması için kendisine gelenlere, mürekkep kullanmadan parmağıyla kağıda bazı şeyler verirdi.Allah’u tealanın izniyle hacetleri hasıl olurdu.Bir kimse seyyid hazretlerine hacetinin hasıl olması için geldi.O da parmağıyla yazdığı bir kağıdı ona verdi.Aradan hayli bir zaman geçtikten sonra o kimse, tecrübe için aynı kağıdı tekrar getirip, Seyyid hazretlerine hacetini anlatıp,”efendim! Bu kağıda bir dua yazarmısınız? dedi. O da, “bu kağıda daha önce bir kere yazı yazılmış.Bir daha yazarsak, yazılar birbirine karışır, okunmaz hal alır” buyurdular.
Fıkıh alimlerinden Yusuf Ebu Zekeriya (r.a.), Ahmed Rufai hazretlerini ziyaret için Ümmü Ubeyde kasabasına gitti.Gördüklerini şöyle anlattı: Seyyid Rufai hazretleri, binlerce kişiye camide va’zu nasihat veriyordu.Nasihat ederken, cemaat arasındaki alimler, kendisine pek çok sualler sordular.Sorulan sorular pek zor, anlaşılması ve cevaplarını vermek pek güç idi.Seyyid hazretleri her sorunun cevabını anında en ince teferruatına kadar açılıyordu.Ne kadar sorulduysa, hepsine cevap verdi.Dayanamadım, sual soranlara “ Yeter artık , ne kadar sorarsanız sorunuz, hepsine cevap verileceğini anladınız” dedim.Bu sözüm üzerine Seyyid Ahmed Rufai (r.a.) tebessüm edip, “Ey Ebu Zekeriyya! Dünya fanidir.Bırakınız ben hayta iken sorsounlar” buyurdular. “ bu dünya fanidir” buyurduğunda, binlerce cemaat fevkalade heyecana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti.Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam yapmayan binlerce kimse tövbe edip doğru yola geldi.
Haddadiye köyünde, çocukları doğduktan sonra ölen bir kadın vardı.O kadın, “ eğer doğacak olan çocuğum yaşarsa, onu :Seyyid Ahmed Rufai hazretlerinin hizmetine vereceğim” diye vaad etti.Aradan zaman geçti, bir kız çocuğu oldu.Fakat doğan çocuk hem kambur, hem de topal idi.Çocuk büyüdüğünde diğer çocukların alaylarına maruz kalıyordu.Seyyid Ahmed Rufai (r.a.), bir gün bu çocuğun köyüne gitti.Halk kendisini köyün dışında karşıladılar.Bunlar arasında sakat olan çocukta vardı.Ahmed Rufai (r.a.) yaklaşınca, çocuk birden ileri fırlayıp ellerini öptü ve “efendim! Siz, aneminde üstadısınız.Beni ne olur şu isitihzalardan, alaylardan kurtarınız!” diye yalvardı.Onun bu yalvarışı Ahmed Rufaiye (r.a.) çok tesir etti ve mübarek göz yaşlarını tutamadı.Çocuğun başını ve sırtını okşayıp dua ettiler.Çocuk derhal şifaya kavuştu.Kamburluğu ve topallığı kalmadı.Bunu gören halk, Ahmed Rufai hazretlerine “şeyh’ül azca (topal kızın hocası)” lakabını verdiler.
Seyyid Ahmed Rufai hazretleri, herkese iyilik eder kimsenin kalbini kırmaz ve kin tutmaz idi.Hiç bir zaman büyüklük taslamaz, çok mütevazi idi.Bir gün yoldan geçen kendini bilmez bir grup, Ahmed Rufaiye hakaret etmeye başladılar.Uygun olmayan sözler sarf ettiler.Ahmed Rufai (r.a.), onların bu hakaretleri karşısında başını açtı, yerlere yüzünü sürdü toprağı öptü.Onlara, “ benim hatalarımı ikaz eden büyüklerim, efendilerim! Bu kölenizi bağışlayın” buyurdu.Sonra o kimselerin ayaklarına kapandı ellerini öptü ve “ne olur, benden razı olunuz.Sizler çok yumuşak huylu kimselersiniz.Şüphesiz sizin bu yumuşaklığınız beni bu hale getirdi” buyurdu.Onun bu hali,o kimseleri aciz bıraktı, ezildiler.Ne yapacaklarını şaşırdılar.Nihayet, “senin gibi hakir bir kimse görmedik.Bu kadar hakaret ettiğimiz halde senin rengin bile değişmedi, tahammül ettin ve yine tevazu gösterdin” dediler.Ahmed Rufai hazretleride, “Bendeki bu hal sizin bereketiniz ve himmetinizin sayesinde olmuştur efendim” buyurdu.
Bir gün hizmetçi yakuba buyurdular ki: “ yakub, şuradaki hurma ağacına bak! Başını dik tuttuğu için bütün yükü Allahu Teala ona taşıttırıyor. Halbuki şu gördüğün kabak fidesi, dallanıp yapraklanınca hemen yanağını toprağa koyup tevazu gösteriyor.Onunda yükünü, ağırlığını Allahü Teala başkalarına yüklüyor”.
Ahmed Rufai hazretleri bir gün nasihat ederken buyurdular ki: “Allahü Teala, bir kimseyi evliyalık makamına çıkarmayı dilerse önce ona kendi nefsini terbiye etmesi vazifesini verir.Eğer nefsini terbiye etmeyi başarır, doğru yola kavuşursa, ona başka vazife verir.Bu defa çoluk çocuğunu doğru yola getirme terbiye etme vazifesini verir.Oda, onlara iyilik eder, iyi geçinirse bu seferde komşularını ve o mahallede bulunanları doğru olan hak yola getirme vazifesini verir.Şayet onlara da iyilik eder yardımcı olur iyi geçinirse, vazifesi yine değiştirilir.Bulunduğu bölgenin idaresi kendisine verilir.Onlarla da iyi geçinirse bu defa memleketin idaresi kendisine verilir.Bunu da başarır, kendisi dini emirlerini yapar, yasaklarından şiddetle kaçınır, Allahü Tealayı unutmaz ise, mevkii biraz daha yükseltilir.Bu defa, yer ile sema arasındakilerin idaresi kendisine verilir.Buradaki varlıkların sayısını ancak Allahu Teala bilir.Bütün bunlar, birer imtihandır. Hepsinde başarı kazanırsa, yükselmeye başlar. Çok yüksek makamlara kavuşup “Gavs” lık makamı kendisine verilir. [ Resulullah ( S.A.V.) efendimize tam uyan bir kimse, ona uymakla nübüvvet derecelerini bitirince, mansab makam ehlinden ise, “ İmamet makamı” verilir.Vilayeti kübra derecelerini birbirine, “Hilafet Makamı” verilir.Zıl derecelerinde imamet makamına uygun olan, “hutbeyi irşat makamı” dır.Hilafet makamına uygun olanda, “Hutbeyi Medar Makamı” dır. Aşağıda bulunan bu iki makam sanki, yukarıda olan o iki makamın zıllı gibidirler. “Gavs” , Kutb-i Medardan başkadır ( daha üstündür).Kutb işlerinin bir çoğunda Gavstan yardım ister. Ebdalin makamlarına getirilmesinde Gavs’ında tesiri vardır.Bu, Allahu Tealanın öyle bir ihsanıdırki dilediğine verir.Allahu Telanın ihsanları pek çoktur.] Bundan sonra insanlık sıfatları silinir.Allahu Tealanın sıfatlarından biri olur.Allahu Tealanın gizli sırlarına vakıf olmaya başlar. O hale gelirki onun nazarı olmadan ne bir bitki biter, nede bir yaprak yeşerir.Sonra Allahu Teala ile insanların anlayamayacağı bir kelam ile konuşur. O kelamın mahiyetini insanlar anlayamaz.Çünkü o, uçsuz bucaksız bir deryadır.Bu deryada pek çok alimler ve evliya boğuldular.Bu deryanın sahilinde bile ehli sünnet itikatını kaybettiler.Ehil olmayanlar şöyle dursun”.
Hayatı hep dine hizmet ile geçti. Bidat sahiplerine nasihat eder, onların gittiği yolun bozuk olduğunu bildirir kurtuluşlarına vesile olurdu.İnsanların hidayete kavuşmaları için pek çok eser yazmıştır.Bunlardan; El Burhan-ul-Meiyyed, Şerhüd-Tenbih El-Hikem-Ür-Rufaiye, En-Nizam-ül-hasl li Ehl-ihtisa, El-Akaid-ür-Rufaiye gibi…..
Vefat etmeden önce kelime-i şehadet getirdi ve “dünyada ahiret için çalışıp yorulan, pişman olmaz, rahata kavuşur.Her hayır işleyenin ameli kendisine sunulacaktır.Her şey kötü iş yapanında ameli, kıyamet günüde önüne çıkacaktır….. buyurdu.
Hizmetini gören Yakub anlattı: Ahmet Rufai (r.a.) isale yakalanmıştı.İç organları erir, defi hacet yoluyla dışarı çıkardı.Bu hastalık bir ay kadar devam etti.Kendisine, “ Efendim.Hiç bir şey yemediğiniz halde bu gelenler nerdendir?” diye sordular.Onlara, “ bu gelen ettir.Dışarı çıkıyor.Bu artık eridi kalmadı.Şimdi kemiklerimin içinde bulunan ilik kaldı.Oda bu gün çıkar, biter.Yarında Allahu Telaya gitme günüdür” buyurdular.İyice ağırlaştığı zaman kendisine, “efendim! Kavuşmak vakti yaklaştı her halde!” dedim. Buyurdu ki, “evet, öyle görünüyor.Hastalığınım şu son zamanında bazı hadiseler cereyan etti. İnsanların üzerine büyük bir bela gelmekte idi.Bu belalara karşı kendi vücudumu feda edip, bu belanın giderilmesi için Allahu Telaya yalvardım.Allahu Tealada kabul buyurdu”.Bundan sonra mubarek yüzünü toprağa sürmeye başladı.Yüzü gözü toz toprağa bulanmış ağalayarak “ya rabbi! Affet” diye yalvardı.Sonra, “ya Rabbi! İnsanların üzerine gelecek dert ve belalar için beni tavan yapki belalar benim üzerime olsun diye münacatta bulundu.
Vefatından o kadar insan toplandı ki mahşeri bir kalabalık meydanları dolduruyordu.Binlerce insan mübarek cenazesini taşımak için gayret gösterdiler.Defalarca cenaze namazı kılındı.Dedesinin türbesine defnedildi.Mübarek kabri şerifleri, her zaman ziyaretçilerle dolup taşmakta, ziyaret edenler ruha niyetlerinden istifade ederler.Ahmed Rufai hazretlerinin tefsir ettiği kırk adet hadisi şerif, bir kitap haline getirilmiş, “ haletu Ehl-il hakikat” ismi verilmiştir. Bu eserde, Ahmed Rufai hazretleri, hadisi şerifleri menkıbelerle izah edilmiştir. Bu eserde Allahu Tealaya olan muhabbetin her şeyden üstün olduğunu şu misal ile izah etti:
“Hz.İsa (a.s.) yolda giderken, bazı insanlara rastladı.O kimseleri vücutları zayıflamış yüzlerinin rengi değişmişti.Bu hali gören Hz.İsa (a.s.), “ nedir bu haliniz? Siz, bu hale düşmenizin hikmetini söyleyiniz” buyurdu. Onlarda, “cehennem ateşinin korkusu bizi bu hale getirdi” dediler. Bunu işiten Hz.İsa (a.s.), “ Allahü Teala korkanları, selamete erdireceğini vaad etmiştir ve bunu zat’ı ilahisi için bir hak saymıştır” buyurdu ve yoluna devam etti.İkinci bir grup insana rastladı.Onları da diğerlerinden daha çok zayıflamış, renkleri değişmiş bir halde buldu.Bunlara da “ bu hale gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu.Onlarda, biz cennete aşığız, onun hasretiyle bu hale geldik dediler. Hz.İsa (a.s.) onlara, “ Allahü Teala sizin gibilerin arzu ve isteklerini vermeyi zat’ı İlahisi için hak kabul etmiştir” buyurdu ve yoluna devam etti.Bu defa daha da zayıflamış ve renkleri değişmiş bir gruba rastladı.Onlara, “sizlerin bu hale gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu.Onlarda “bizler Allahu tealanın aşkından bu hale geldik” diyince, Hz.İsa (a.s.), “ siz Allahü Tealaya yakın olan kimselersiniz” buyurdular, bu sözlerini üç defa tekrar ettiler.”
Nefsi arzuları bırakıp Allahü Tealaya tam bağlanmanın ve sadık kul olmanın üstünlüğünü anlattıktan sonra şu misalleri verdi:
İbrahim Bin Edhem Hz.Anlattı: Bir gün kırda giderken bir çobana rastladım.Ona, “yanınızda içmek için süt veya su gibi bir şey varmı dır?” diye sordum.Çoban, “ acaba hangisini daha çok seversiniz?” diye sordu.Bende, “su” dedim.Onun üzerine çoban elindeki asasıyla orada bulunan bir kuyuya vurdu.Taştan su akmaya başladı.İçtim.Kar gibi soğuk, baldan daha tatlı idi.Hiç sesimi çıkarmadan çobana hayretle bakmaya başladım.Benim bu halimi gören çoban, “niçin hayret ediyorsun? Kul, gönülden Allahu Telaya bağlanırsa her şey onun emrine verilir.Bunda hayret edilecek bir durum yoktur” dedi.
Eshabı Kiramdan Selmanı Farisi (r.a.), bir misafiriyle şehir dışına çıktı.Yürürlerken önlerinde bir geyik koşarak gidiyordu.Bir takım kuşlarda gök yüzünde uçuyorlardı.Selmanı Farisi (r.a.), “misafirime bir geyik ile etli bir kuş gelsin” buyurdu.O anda bir geyik ile bir kuş hazır oldular.Bu durumu gören misafir hayret ederek, “yer yüzündeki hayvanları ve gök yüzündeki kuşları emrine hazır kılan Allahu Teala kemal sıfatlara sahip, noksan sıfatlardan uzaktır” dedi.Misafirlerinin hayretini gören Selmanı Farisi ( r.a.) “niçin şaşıyorsunuz?Allahu Tealaya itaat edene asi olanı hiç gördünüz mü?” buyurdu.
Abdul Vahit Bin Zeyd: Anlattı: “Eyyubi Sahtiyani ( r.a. ) ile beraber şam yolunda yürürken önümüze, sırtında odun yüklü bir kimse çıktı.Ona “Rabbin kimdir?” diye bir sual sorduk.Bu Sözümüze üzüldü ve bize de böyle sorulur mu?” deyip ellerini semaya doğru açıp, “Yarabbi! Şu odunları altına çevir” diye dua etti.Odun hemen altın oldu. Sonra tekrar, “ Ya Rabbi! Bu altınları odun eyle!” dedi.Altınlar odun olmuştu.Bize dönerek, “Gördünüz değimli?… ariflerin hikmetli işleri bitmez.Fakat kimseye de belli etmek istemezler.Beni mecbur ettiniz” dedi.Bu mübarek zata böyle bir sual sorduğumuza pişman olduk ve oldukça mahcup olduk.Dedim ki, “Efendim! Acaba yanınızda yiyecek bir şeyler varmı dır?”.Bize yanında taşıdığı kavanozu gösterdi.İçinde bal vardı.Rengi kardan beyaz ve kokusu miskten güzel idi.O balı bize vererek “Allahu Tealadan başka ilah yoktur. Ona yemin ederek söylüyorum ki bu balı arı yapmamıştı” dedi. Balı yemeğe başladık.Öyle tatlı idi ki, hayatımızda böyle bir bal yememiştik.Bizim hayretlerimizi görünce, “Allahu Tealayı bilen bir kimse için şaşıracak bir durum yoktur. Ona kulluk eden, onun işine hayret etmez.Bunun gibi harikulade şeyleri görmek için de Allahu Tealaya ibadet edilmez. Böyle yapanlar cahildirler.Çünkü bu gibi şeylerle oyalananlar, hedefe varamazlar” buyurdu.Bu zatı ikimizde tanıyamamıştık.O günden sonra bir daha da hiç görmedik”.
Hirem Bin Hayyan anlattı: “Bir gün Dicle nehri kenarında yürüyordum.Bana doğru bir kimse geliyordu. Yaklaşınca selam verdi.Yüzünde insanı hürmet etmeye sevk eden bir heybet, bir nur vardı.Hatırını sual ettim. Bana, “ey hayan oğlu hirem! Bu suallerden vaz geç! Rabbiniz sübhandır, onun her dediği olur.Sen, sana lazım olan şeyleri yapmaya bak” buyurdu.Ona, “Allahü tealanın rahmeti, bereketi senin üzerine olsun, benim ve babamın ismini nerden biliyorsunuz? Halbuki, bu zamana kadar sizi hiç görmedim” dedim. Bana, “Arifler marifet yoluyla bakar.Onlara gizli bir şeyin olmadığını öğrendin mi?” buyurdu.
Dedelerinden Arif’ül Vasıtı ( r.a.) anlattı: “Çolde gidiyordum.Oturan bir kimse ile karşılaştım.Selam verdim, cevabını verdi.Önce konuşmak istemedi.Biraz sonra, “ Allahü tealanın zikriyle meşgul olmak lazım.Çünkü onu hatırlamak kalplerin şifasıdır.Ne yazık ki, insan oğlu bundan gafildir.Halbuki ölüm ona çok yakındır.Allahü teala her an onu görmektedir” dedi ve ağlamaya başladı.Bende ağladım.Bir müddet sonra ona, efendim! Sizin bu çöl ortasında tek başınıza kalmanızın hikmeti nedir?” dedim. Bana, “yalnız değilim, Allahu Teala benimledir.Bunun için hiç yalnızlık hissetmiyorum” dedi.Kalkıp hızlı hızlı yürümeye başladı.Bir taraftan da “Ey benim Allahım! İnsanların çoğu seni bırakmış, başkalarıyla meşguller.Halbuki sen bütün yaratılmışların yaratanısın.Ey kimsesiz kalanların sığınağı!Ey her şeyin sahibi olan Allahım” diyordu.Bende peşinden takip etmeye başladım.Bir ara bana dönerek, rabbim sana afiyetler ihsan eylesin.Bana değil benden daha hayırlı olana koş.Beni en hayırlı olanlarla baş başa bırak, beni meşgul etme.Geriye dön!” dedi ve gözden kayboldu. Bir daha da onu hiç görmedim”.
Zünnuni Mısri Hazretleri anlattı: “ Hep üzüntülü olduğum zamanlar, kimselerin olmadığı yerlere giderdim.Bir gün böyle gezerken, bir kimseyle karşılaştım.Kuru otları üzerine örtmüş yatıyordu.Onu böyle gören, ölmüş sanırdı.Selam verdim.Cevabını verdi.Bana, “ Ey genç! Nereden geliyorsun?” diye sordu. “Mısırdan geliyorum” dedim. “nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Beni yaratan Allahu Tealaya!” dedim.Bunun üzerine, “İstediğini bulabilmen için dünyayı ve ahireti bırakmalısın.Ancak o zaman ona kavuşabilirsin” dedi. Bende, “doğru söylüyorsunuz.Fakat bende yakin hasıl olması için bunu izah etmenizi istirham ederim” dedim. “Sözümü yanlış anlamayınız.Allahü tealanın bize ihsan ederek verdiği şeyler, söylediklerimizden daha büyüktür.Biz, Rabbimizin ihsanı olarak verdiği marifet ile her şeyi ölçer, ona göre konuşuruz” dedi. Bende, “efendim! Sözlerinizi yanlış anlamıyorum.Nur üstüne nur sahibi olabilmek için ve yakın hasıl olması için nasihatlerinizi istirham ediyorum” dedim. Bunun üzerine, “öyleyse başınızı yukarı kaldırıp bakınız!” buyurdu. Başımı semaya doğru kaldırdığımda yerle gök arasını altın olmuş gördüm.Pırıl pırıl parlıyordu. “ gözlerini kapa, sonra aç!” buyurdu.Dediğini yaptığımda her şeyi eski halinde gördüm ve “ bu aleme hangi yoldan gidilir?” diye sordum. Allahu teala ile ol.Eğer onun kulu isen ve arzu ettiğine kavuşmak istiyorsan böyle yaparsın” buyurdu.
Dünyaya aldanan, ahireti unutan kimseleri anlattıktan sonra şu misalleri verdi: Hz.Musa (s.a.) ile Hızır’ın (a.s) kıssası Kur’anı kerimde buyurulmaktadır.Yıkılmak üzere olan bir duvarın içinde bir hazinenin olduğu haber verilince, Hızır (a.s.) o duvarı tamir etti.Eshab-ı kiramdan Enes Bin Malik (r.a.) o hazinede şu yazıların bulunduğunu haber verdi. “Rahman ve Rahim olan Allahu tealanın ismi ile, Ölüme inanan kimseye şaşıyorum ki nasıl neşeleniyor?Kadere bütün kalbiyle inanmış kimseye şaşıyorum ki, niçin mahzun olmuyor. Cehennemin varlığına inanmış kimseye hayret ediyorum ki, nasıl gülebiliyor? Dünyanın bir gün yıkılacağını bilen kimseye hayret ediyorum ki, ona nasıl bağlanıp sarılıyor? Allahu Teala vrdır, birdir ve Muhammed Aleyhisselam onun kulu ve resulüdür.
Hanis Bin Abdullah (r.a.) bir nasihatin de buyurdu ki: “Hayret ettiğim bir kimse vardır.Geceleri sabahlara kadar ibadet eder, gündüzleri oruç tutar ve hiç günaha girmez.Böyle olduğu halde, bu kimseyi göz yaşları içinde ağlar görürsün.Bir kimse de vardırki, geceleri sabahlara kadar yatar,güneş hep üzerine doğar ve gündüzleride boş işlerle oyunla,eğlence ile geçirir.Her türlü günahı işlemekten çekinmez.Durumu böyle olduğu halde, o kimseyi hep güler bulursun.”
İnsanın kendi kusur ve hatalarını görmesinin üstünlüğünü anlatırken buyurduki; İbrahim Bin Edhem (r.a.); “Yedi yıl insanların arasında bulundum.Hiç kimsenin kendi hatasını, başkasının hatasına tercih etmediklerini gördüm.”Müslüman bir kimse şöyle bir hata işledi” dedikleri zaman “keşke kamçı ile bana vursalardı da bu sözleri duymamış olsaydım” diyeni görmedim.”
Hac mevsimi idi, Mekke’de her taraf çok kalabalıktı.Fadıl isminde bir kimse,Arafata çıktı.Kalabalığa bakarak, “bu insanlar ne kadar temiz.Bunların safiyetini günahkar halimle ben kirletiyorum.Keşke bu kimselerin arasında olmasaydım” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.Bir zaman sonra başını kaldırıp, sakalını tuttu ve “vah benim kusur ve kabahatlerime….. hatalarımdan dolayı bana yazıklar olsun.Başkasının beni övmesine aldanmışım… Eyvah!… diyerek kendi kusurlarını sayıp dökmeye başladı.
İki alim zat karşılaştı.Aralarında şöyle bir konuşma geçti.Biri, “kardeşim, sana olan muhabbetim çok fazladır” dedi.Diğeri ise, “ ey kardeşim! Eğer sen benim nefsimin ne kadar kötü olduğunu bir bilseydin, benden nefret eder hiç sevmezdin.Bana buğzeder, beni bırakıp kaçar idin” dedi.
Abdullah Müzenninin oğlu ile Mütrif Bin Abdullah, Kabe-i muazzamada karşılaştılar.Mütrif Bin Abdullah, “Ya rabbi! Benim günahlarım pek çok, bu günahlarımın sebebiyle, Hac için gelmiş olan bu kadar insanların haccını reddetme” diyor idi.Onun bu sözlerini duyan arkadaşı Bekr Bin Abdullah Müzenni, “bu sözleri söyleyenin makamı, derecesi kim bilir ne kadar yüksektir. Keşke burada bulunmasaydım. Bu güzel yer, benimle kirlenmektedir.Ya rabbi hata ve günahlarımın sebebiyle Hac için gelmiş bu kimseleri mahrum bırakma” diye yalvarmaya başladı.
Ataselemi ismindeki bir şahısta, nereden bir kuvvetli rüzger esmeye başlara, Ya rabbi! Bu benim yüzümden oluyor! Eğer insanlar aralarında Ataselemiyi almasalardı rahat ederlerdi” der, kendi nefsini kötülerdi.Bazanda, “ ey Ataselemi! Belkide cehenneme atılacak ilk insan sen olacaksın.Bunu nasıl hatırından çıkarabiliyorsun dedi.
Kibirli omanın ve başkalarından bir şey istemenin kötülüğünü anlatırken buyurduki: İmam-ı Zeynel Abidin anlattı: Büyüklerden birinin yanında oturuyordum. Oradaki kitaplardan birini açıp okumaya başladım. Okurken yazıd bir hata gördüm. Yazıyı düzeltmek için, o zatın elindeki bıçağı almak istedim, “o bıçağı verirseniz, şu yanlışı kazıyarak düzelte bilirim dedi. Elindeki bıçağı verdi.Hatayı kazıdım,geri iade ettim. Bana dönerek dediki, “ bir daha böyle şey yapmayınız.Başkalarından bir şey istemeyiniz.Benden bıçağı istemekle dilenci durumana düştün.Peygamber Efendimiz ( s.a.v.) Sevban’a ( r.a.) “ hiç kimseden bir şey isteme” buyurdu. Bundan sonra Hz.Sevban hiçbir şey istemedi. Yolculuk yaparken elinden kamçısı düşse, binek üzerinde bile olsa, iner kendisi alırdı. “Şu kamçısımı verirmisiniz?” demezdi.
Dünyaya meyl etmenin üstünlüğünü anlatırken buyurduki: Büyüklerden biri anlattı: “Bir gün mescidi Harama gitmiştim. Bir genç gördümki, iyice zayıflamış ve rengi açlıktan sararmıştı.Onun o hali beni çok duygulandırdı, gence acıdım. Cebimdeki kesede, yüz altın kadar vardı. Keseyi çıkarıp gence uzattım. “Kardeşim şu keseyi al, ihtiyaçlarına sarfet” dedim. Bana bakmadı bile. Çok ısrar ettim.Israrımı birkaç defa tekrarladım. Nihayet başını kaldırdı ve “Ey efendi, benim şu anda içinde bulunduğum hali, cennete bile değişmem.Senim verdiğin şu adi dünyalığamı değişeyim” dedi.
Hz.Ali bir gün Hz.Ebubekrin yanına ziyarete gittiğinde sordu: “Ya Ebabekir! Resulullahın ( s.a.v.) halifesi olmakla şereflendin.Sen hepimizdende üstünsün.Bu derceye nasıl vardın? Anlatırmısın?” Hz.Ebabekirde; “Şu beş şey ile: 1-İnsanları iki gruba ayrılmış gördüm.Bir kısmı dünya, bir kısmı ahireti istiyorlardı. Ben ahireti, yani Allahu Tealayı istedim. 2- İslamiyetle şereflendikten sonra, bir gün bile midemi yiyeceklerle tam olarak doldurmadım. 3- Ağzıma hiç içki koymadım. 4-Önüme, biri dünyaya ait, diğeride ahirete ait olan iki iş çıkınca, ahireti dünyaya tercih ettim. 5- Peygamber Efendimizle arkadaş olmakla şereflendim. Bu arkadaşlığımı, elinden geldiğince iyi yapmaya gayret gösterdim.” Bunları dinleyen Hz.Ali, “Mübarek olsu ya Ebabekr” dsdi.
Sırri-yi Sekati ( r.a) anlattı: “30 yıllık bir arkadaşım var idi onu aramak için yola çıktım.Çok aradım fakat bulamadım. Belki dağlardadır diye dağları dolaşmaya başladım. Sonunda onu, bir taşın üzerinde oturuyor buldum. Yanına geldim, çok dalgındı.Elbisesinden çektim, kafasını kaldırmadan; “ Ey Sırri! Beni bırakıp git! Allahu Telala Gayyurdur ( çok gayretlidir). Seni başkası ile meşgul bulmasın.Dön, onunla beraber ol” dedi.
İnsanların kendisini beğenmesi ile ilgili olarak buyurduki: “İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurura kapılan bir kimse, marifet sahibi değildir.Çünkü şeytanda pek fazla bilgiye sahip idi.Mantık yürütmek sureti ile, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddia etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece Allahu Tealanın gadabına uğradı ve lanete müstehak oldu. Ebedi olraka rahmet dergahından kovuldu. Ey oğlum! Sakın! Çok sakın! İyi ibadetlerine, yüksek ilmine aldanma. Çünkü belam-ı Baüra ve Bersisa, en çok ibadet edenlerden idiler. Fakat sonunda, nefs ve şeytana uyarak dünyaya bağlandılar. Ahiretlerini ziyan ettiler.Rezil rusfa oldular.
Ey oğlum! Kalbinde ufak bir leke görürsen oruç tut.Gitmese, az konuşmaya bak. Gitmezse, günahlardan şiddetle kaç.Yine gitmezse, her hali iyi bilen Allahu Tealaya yalvarmaya, sızlanmaya başla.
Bilgisizlik ölümdür. Allahu Teala ilim verdikçe canlanma başlar. Her bilgi bir vebaldir.Bu vebaldan amel etmekle kurtulmak mümkün olur. Her amel fayda vermez.Fayda vermesi Allahu Teala için yapılmaya bağlıdır.İhlas elde edilmedikçe kurtuluşa erilmez.
Salih müslüman ve iyi bir kul olmanın şartları şöyle izah buyurdu: “ Salih müslümanlar, Allahu Tealanın hükmüne boyun eğerler, gelen şiddet ve belalara sabr ederler, aza kanaat ederler.Allahu Teladan başkasından korkmazlar ve hiç kimseden bir şey beklemezler.Ancak Allahu Teladan isterler insana yüksek makamları veren, aziz eden, aşağı düşüren, zelil edenin Allahu Tealanın olduğunu bilirler.Salih müslümanlar, Peygamber efendimizin ( s.a.v.) sünneti şeriflerine tam uyarlar.Onların korkusu, son nefes içindir. Onlar az konuşurlar. Öfkelerini tutarlar, şehvetlerini yenerler.Nefslerinin arzularını yapmazlar.Allahu tealayı unutturacak bütün engelleri ortadan kaldırarak, hep onunla beraber olmaya başladılar.Böylece nefslerini açaltıp ruhlarını yükseltirler.
Nefse, Allahu Tealanın kaza ve kaderine rıza göstermek kadar zor gelen hiçbir şey yoktur. Çünkü, kadere razı olmak Allahu Tealanın hükmüne boyun eğmek, nefsin isteklerine zıttır.Nesf bunları istemez. Saadete kavuşmak, nefsin rızasını terk edip, Allahu Tealanın rızasına kavuşmak mümkündür.Saadete kavuşanlara müjdeler olsun.”
Allahu Tealanın hükmüne razı olmayı anlatırken buyurduki: “Hz.Musa ( a.s.) Allahu Tealaya münacaatında: “Ya Rabbi! Beni “ Kelimullah” olmakla şereflendirdin, benimle konuştun. Daha önce kimseyle konuşmadığın halde ne için beni seçtin? Acaba yaptığım hangi amel sebeb,yle bana bu ihsanı yaptın?” diye sual eyledi. Verilen cevapta ; “Ya musa! Senden razıyım. Razı omama sebep, hükümlerime razı olman oldu” buyurdu.
Ebu Süleyman-ı Darani ( r.a) anlattı: “Rıza bakımından az bir şeye sahip olsaydım, beni cehenneme atsalarda yine razı olurdum. “başa gelen her şeye razı olmak” haline kavuşanlar irfan sahipleri, ariflerdir.Önce gelen peygambere ( aleyhisselam ) Allahu Teala vahy ettiki: “ cebrail aleyhisselam yer yüzüne indiğinde, ibadet ile meşgul olan bir kimse gördü. Hoşuna gittiği için, “Ya Rabbi! Bu kimse ne iyi” dedi. Cenabu Hakta, “Ya Cebrail; Levh-il Mahfuza bak!” buyurdu. Cebrail aleyhisselam Levh-il Mahfuzda o kimsenin cehennemlikler arasında yazılı olduğunu gördü. Allahu Tealaya, “ Ya rabbi! Bu işin hikmeti nedir?” diye sordu. Cenabu Hak, “ Ben yaptığım işten sorumlu değilim.Hiç kimse kullarım hakkındaki ilmime akıl erdiremez” Buyudu.Cebrail Aleyhisselam “ Ya Rabbi izin verirsen o kimseye gidip durumu bildireyim” dedi. İzin verilince, o kimsenin yanına gitti ve “ senin yaptığın ibadetleri Allahu Teala kabul etmedi. Levh-il Mahfuzda senin cehennem ehli arasında olduğunu gördüm” deyince, o kimse düşüp bayıldı. Cebrail aleyhisselam onun ayılmasını bekledi. O zat ayrılınca şöyle mırıldanıyordu., “Ey benim Allahım! Sana hamd ederim. Bütün hamd eden kulların sana nasıl hamd ediyorsa, bende öyle hamd ederim.” Sonra cebrail aliyhisselama dönerek, “ o bizim Rabbimizdir. Bütün ilimi, kudretinin kemali rahmeti ve şefkati ile benim hakkımda öyle uygun görmüş.Ona yine hamd ederim. O beni benden daha iyi bilir” dedi ve secdeye kapandı.secdede Cenabu Hakkı tesbih etmeye başladı. Bu durumu Cebrail aleyhisselam Allahu Tealaya arz edip, o şahı hakkında üzüldüğünü bildirdi. Allahu Tealadan yeni bir emir geldi.Cebrail Aliyhisselama tekrar Levh-il Mahfuza bakması bildirildi.O defa Levh-il Mahfuzda, o kimsenin cennetlik olduğu yazılı idi.Cebrail Aleyhisselam, cenabu haktan hikmetini sual ettiğinde, “kullarım, işlerime akıl erdiremezler” buyurdu. Cebrail aleyhisselam, bu durumuda o kimseye bildirmeyi arzu edince, izin verildi. O zatın yanına gidip, “müjdeler olsun sana! Yerin cennet oldu.” Dedi. O kimse bu sözlere hiç şaşmadı ve eski halini hiç bozmadı.Eskisi gibi yine hamd etmeye, Cenabu Hakkı tesbih etmeye devam etti.
Allahu Tealanın hükmü ve kazası dört kısımdır. 1- Nimet : Allahu teala, bir kimseye nimet verince, o kimsenin gelen nimetlere şükür etmesi ve hakkına razı olması lazımdır. 2- dert ve bela : Bir derde, belaya ve sıkıntıya uğrayan kimsenin, sabırla karşılık vermesi bunada razı olması lazımdır. 3- İbadet: Bir kimsenin ölünceye kadar emirleri yapması, yasaklardan kaçınması ve bunları kendisine ihsan eden Allahu Tealaya hamd etmesi lazımdır. 4- Günahlar: Başkalarına zulüm ederek kul haklarına düçar olan ve Allahu Telanın emirlerini yapmayıp, yasaklardan kaçınmayıp günah işlemiş olan hemen tövbe etmelidir.Allahu Tealanın razı olduğu yolları aramalıdır.
Abdulvahit Bin Zeyd-e ( r.a) sordular; “bir kimse, Allahu Tealaya daha çok kulluk etmek için yaşamak istiyor bir başkasıda, Allahu Telaya bir an önce kavuşmak için ölmek istiyor. Bunların hangisi daha hayırlı ve daha kıymetlidir?” cevabında buyurduki: “ Bunların ikiside yanılmaktadır. Kıymetli olan odurki, bütün işlerini Allahu Tealaya bırakır. Yaşatırsa hakkında hayırlı, öldürürse yine hakkında hayırlıdır.Kulluğuna doğru olarak devam etmelidir. İşte kulluk böyle olur. Razı olmak budur.Arif olanlar, sahibinin işinden zevk alırlar. Asıl marifette bunu anlamak ve buna göre hareket etmektir.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifte buyurduki: “ Allahu Teala Hevh-il Mahfuza önce şunları yazdı: Allahu Tealadan başka ilah yoktur.Muhammed onun kulu ve resulüdür. Verdiği hükme razı olan, belalara sabreden. Nimetlere şükreden kimseyi doğrular arasına yazdım. O kimse, kıyamet günü onların arasında dirilir.Hükmüm dışında bir şey bekleyen, belalara karşı sabırlı olmayan, nimetlere şükür yolunu tutmayanda benden başaka ilah arasın.”
Bütün işleri Allahu Tealaya havale etmeyi anlatırken buyurduki: “Allahu Teala bir hadisi kutside buyurduki: “hangi kul olursa olsun, bela geldiğizaman, kullara koşarda, onlardan yardım dilerse, bütün yüce sebepler onun elinden çıkar. Bundan sonra, o nefsinin elinde perişan olur. Bir kimse, belaya düçar olukta, halkı atarda, bana koşarsa,o istememiş olsa bile, her arzusunu yerine getiririm. Bana dua etmeye kalkmadan, her ihityacını bilir veririm.”
Bir rivayete göre Allahu teala, Hz.Davuda (A.s.) vahy ettiki; “Ey Davud! Kullarından her hangi biri yarattık olduklarımı bir yana atıp bana sığınırsa bu halinden dolayı yedi kat sema ve içindekiler, yedi kat yer ile içindekiler o kimseye düşman olasalar, yinede onun için bir kurtuluş yolu açarım.İzzetime ve celalime yemin ederimki, bu böyledir. Yine izzetime celalime ve azametime yemin ederimki, bir kimse beni bırakırda her hangi birine gönül bağlarsa, bütün sebep yollarını keserim. Kalbini, hırs içinden çıkılmaz meşgüliyetlerle doldururum. Ömrü, dünyanın ömrü kadarda olsa, bitirip tüketemeyeceği ümitlerle doldururum.”
“Ey Davud! O kimdirki, bana dua ederde duasını kabul etmem? Kapımın çalana açılmadığını kim gördü? Mahlukatımın arzu ettiklerini ben veririm. Onların her istediği, bende mevcuttur.Bütün ümitlerin yeri benim. Bana aşık olanların kalplerini, yer yüzünde nazargahım kıldım. O kalpleri, bana dahada yanaşsın ve fazla iştiyak duysunlar diye, her yandan boşalttım. Sadece kendi sevgimi doldurdum.Dostlarıma müjdeleki, onlara her an nimetlerimi saçıyorum. Bana şükr ettikleri ve beni unutup başkalarına meyl etmedikleri için bunu yapıyorum. Onlara hadsiz, hudutsuz bana kavuşma arzusu vermiyorumki, bir an bile beni unutmasınlar. Onlara insiyet ( yakınlık ) kapılarımı açtım bana dua etmeden isteklerini yerine getirdi.İzzetime, celalime yemin ederimki onları firdevs cennetine koyup cemalimi göstereceğim.Ben onlardan onlarda benden razı olunacaya kadar iyiliklerimi onlara yağdıracağım.Yer yüzünde onlara haber gönder.Beni sevenlerin sevgilisiyim.Benimle olmak isteyenlerle beraberim.Bana yakın olmak isteyenlerin can yoldaşıyım. Emirlerime iteat edenlere, muti sıfatlarımla tecelli ederim.Beni, başkalarına tercih edenleri tercih ederi.
Ya Davud! Sevdiğinden bir şey saklayan sevgili hiç görülmüşmüdür? İyi kimselerin, bana muhabbeti artar. Benimde onlara her an artmaktadır.Beni arayan bulur.Benden başkasını arayan, beni kaybeder. Kulumun en büyük işi benim muhabbetim olursa, onun kendi zikrimle rahatlatırım.Onu sever, aramızdaki mesafeyi kaldırır ve perdeyi aralarım. Herkes gaflet içinde beni unutmuş iken o ayık olur. İşte bunlar, hakikat ehlidirler.Sevgimi kalbimi ve dili ile beni zikredene verdi.Kalbine muhabbetimi yerleştirdim.Benden razı olursan bende senden razı olurum.verdiklerime şükredersen iki cihanda aziz ederim.Gönderdiğim belalara sabr etmeyenler, bizden bir talepte bulunmasınlar. Ben bir kulumu sevince, onun kalbini korkumla doldururm. Bana kavuşmak için onu şevk sahibi yaparım. Bundan sonra o kul, taatıma canı gönülden koşar.Dostları, kubbelerimin altında gizlerim.Onları, ancak sevdiklerime tanıtırım.Onlara müzdeler, saadetler olsun.Beni unutanu bile unutmam, daime beni zikredeni hiç unuturmuyum? Ben cimrilere bile ihsanlarımı bolca yağdırırken, nasıl olurda cömertlere cimrilik ederim. Dileği olan kullarıma müjdele! Ben merhametliyim, kullarımı acırım.Bana severek kulluk yapanı cennetime koyarım.Bana kulluk etmeyenide cehenneme hiç acımadan atarım. İzzetime celalime yemin ederimki, ancak beni arzu edenler, bana yakın olurlar. Beni seveni ( imtihan için veya derecelerini yükseltmek için ) belalara düçar ederim. Bundan kaçmak isteyenleride yakarım. Günahkar olanlarada benim Gafur ( Mağfiret edici, bağışlayıcı ) olduğumu bildirir. Korkarak bana gelenlere azap etmem. Beni severek geleni, ayrılık üzüntüsüne sokmam.Utanarak bana yöneleni kıyamet günü utandırmam. Cennetim rahmetimden ümüdini kesmeyenleredir.Yaptığı hatayı, benim affımdan daha büyük bilenlere gadap ederim. Bir kimsenin ceazasını hemen vermek istersem, önce rahmetimden ümidini kesenleri cezalandırırım. Fakat, acele etmek benim şanımdan değildir.Geceleri sevdiklerimin kalbine tecelli ederim.Onlar benimle huzur içinde kelam ederler. Benim sevdiğim, hayra ehil olan kullara saadetler olsun.Onların yeri ne kadar güzledir.”
Allahu Tealaya olan sevgiyi anlatırken buyurduki: Abdullah Bin Zeyd anlattı: “Bir kış günü, karlar arasında yatan bir kimse gördüm. Uyuyordu ve yüzünde ter damlacıkları vardı.Uyandırarak sordum, “ Ey ademoğlu! Soğuk sana tesir etmiyormu?” cevabında, “ Allahu Tealanın muhabbetiyle olana soğuk tesir etmez” dedi. “ Muhabbet nasıl olmalıdır?” dedim. “ Kişinin kendi yaptığı az hatayı çok görmek.Allahu Tealadan küçük bir ihsanı büyük göemek” diye cevap verdi. “ Bana nasihat edermisiniz?” diye sordum.Cevabında, “Bütün işlerini Allahu Telanın rızası için yapki Allahu Tealada senden razı olsun.”
Allahu Teala şükreden kullarına nimetlerini artıracağını vaad etti. Belalara sabr eden için, zümer süresi onuncu ayetinde mealen; “ Ancak sabırlı olanların mükafatı, bolca ve hesapsız verilir” buyurdu. Feth-i Musuliyi ( r.a.) bir gün sıtma nöbeti tuttu. Bu derdin kendisine geldiğine şükredip, bin rekat namaz kıldı. Buyurduki, “Ben onu nasıl hatırlayabilirdimki, Rabbim, yaptığım günahları affetmek için sıtma hastalığını ihsan etti.”
Eshabı Kiramdan Ebu Hüreyre (r.a.) yolda arkadaşlarına rastladı. Nereye gittiklerini sorunca, “ Pazardan evin ihtiyaçlarını almaya gidiyoruz” diye cevap verdiler. Bunları dinleyen Hz.Ebu Hureyre, “Eğer mümkün olsada banada ölüm alsanız. Allahu Tealaya kavuşma arzum pek ziyadeleşti. Çok susadığımda su içmeye olan ihitiyacımdan çok, ölüme hasretim.Ölüp Allahu Tealaya kavuşmak bana çok tatlı gelmektedir” buyurdu ve ağlamaya başladı.Hem ağlıyor, hemde, “ ey benim Allahım! Sen beni gördüğün halde, ben seni göremiyorum…” diyordu.Öyle çok ağladıki biraz sonra düştü, bayıldı.
Ey oğlum!Allahu Tealanın kalbi iman ve muhabbetle dolu nice kulları vardır.Onlar her an ölümü beklerler.Bu bekleyiş, çok sevdiği Rabbine kavuşmak içindir. Onlara, bu dünyada fazla kalmak çok ağır gelmektedir.Bu alçak dünya, onlara zindandır.Hakiki aleme, ahirete göç edinceye kadar rahatlayamazlar.Onlara ölüm vakti geldiğ zaman, Azrail aleyhisselam yetmiş bin melekle gelir. Bu durumu cenabu hak, Nahl suresini otuziknci ayetinde mealen; “Onların canlarını melekler, hoş ve rahat oldukları hade alırlar”buyurarak bildirdi. Bu ayeti kelimede bildirildiği gibi iman sahiplerine Azrail Aleyhisselam güzel bir koku ile gelir.En güzel kıyafetlere ve şekillere bürünür.Salih müslüman onu görünce ey Melek-ül-mevt! Merhaba; emaneti almak içinmi geldin?” diye sorar. O da, “ ruhunu almaya geldim.Hangi şekilde dilersen o şekilde alırım” buyurur. Bunun üzerine salih kimse” müsaade et secdeye kapanayımda o zaman al” diye arzusunu bildirir.Melek-ül-mevtte böylece ruhunu alır.Sonra o kimsenin hafaza melekleri gelip bir birlerine ; “Bizim muhafaza edip koruduğumuz salih bir arkadaşımız vardı.Artık ondan ayrılma vaktimiz geldi. O çok iyi bir arkadaş idi” derler. Vefat eden salih müslümana dönüp, “Ey imanlı, salih müslüman! Sen dünyada iken hep hayırlı,iyi işler yaparak ahireti kazandın. Yolculuğun mübarek olsun” diyerek onu uğurlarlar. Sonra “Ey itatkar nefs! Rabbin senden sende ondan râzı olarak Rabbine dön.” (fecr-27,28,29) Mealindeki ayet-i kerimei okurlar. Bundan sonra derler ki ;”Allahu taala sana hayır ihsan eylesin. Sen dünyada iken hep hayrı severdin. Artık ona kavuştun. Şerden ve şerli kimselerden nefret ederdin. Allahu taala, şimdi seni bütün arzularına kavuşturdu.”
Davut-i Acli (r.a) vefat ettiğinde, cenazesini kabre doğru götürüyorlardı. Kabre yaklaşınca,kabrinden etrafa çok güzel koku yayılmaya başladı. Herkes hayret etti. Definden sonra 70 gün bu güzel koku etrafa saçılmaya devam etti . Zamanın sultanına hadiseyi anlattılar. O, kabre bir başkasını daha defnettirdi. O zaman kabrin etrafa koku saçması kesildi.İbn-i havari, bir kimseyi rüyada gördü. Allahü taala ona öyle makamlar, dereceler ihsan etmişti ki, nuru etrafı güneş gibi aydınlatıyordu. O kimseye ,”Allahü taala sana nasıl muamele eyledi ?” diye sordu. O da, “Bizi affetti, ikram ve ihsanlarda bulundu. Allahü taala gafur-ur-rahim dir. (En büyük affedici, bağışlayıcı, merhamet sahibidir.)” diye cevap verdi. Bir tavsiyesini istediğinde, “Allahü taalayı çok zikreden kimselerin arasında bulun. Çünkü onlar, burada yüksek derecelere, makamlara kavuşmaktadırlar” buyurdu.
Seyyid Ahmet Rufai hz ,”Burhan-ül-mueyyed” isimli kitabında eshab-ı kiramı anlatırken buyuruyordu ki; Peygamber efendimizin(s.a.v) mubarek sohbetleriyle şereflenen Eshab-ı kiramın (r.anhüm) en faziletlisi Sıddık-ı ekber, Hz. Ebubekr’dir.Sonra Faruk-ı a’zam, Hz.Ömer’dir.Sonra Hz.Osman ve Hz. Ali’dir (r.anhum). Eshab-ı kiramın hepsi hidayet üzeredirler. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir has-i şeriflerinde; “ Benim Eshab’ım gökteki yıldızlar gibidir.Hangisine uyarsanız hidayet üzere olursunuz” buyurdu. Eshab-ı kiramı çok sevmeli onlara kaşı dili muhafaza etmeli, şanslarına uymayan sözleri asla söylememelidir. Onları, layık oldukları şekilde meth etmeli, yüksek ahlakları ile ahlaklanmalıdır.
Peygamber efendimizin (s.a.v.) ehl-i beytinin ( mubarek hanımları, Hz.Ali, Hz. Fatıma, Hz.Hasan, Hz.Hüseyn (R.anhum) ve onların çocukları, torunları) sevgisiyle kalbi doldurmalı nurlandırmalıdır. Onları sevmek, imanla ölmeye sebeptir.Allahu tealayı sevenler, Habibinide severler. Peygamber efendimize muhabbet edenlerin, onun Ehl-i beytinide sevmeleride lazımdır.Çünkü, “ kişi sevdiği ile beraberdir” hadis-i şerifine göre Ehl-i beyt, peygamberimizle beraber olacaklardır.Onları sevenler, onları, kendi nefsine tercih etmelidir.Onların önüne geçmememlidir.Böyle muamele etmekte, kişiye hayır ve menfaat hasıl olur.
Evliyaya hürmeti anlatırken buyurduki: “ Allahu Tealanın evliya kullarının üstünlüğünü kabul etmeli ve onlara çok hürmet göstermelidir.Çünkü onlara, kıyamet gününde korku ve hüzün yoktur. Veli olan kimse Cenab’ı Hakka pek fazla muhabbet besler, imanları kemal mertebesindedir ve takva üzeredirler.Allahu Teala evliyasına zorluk göstermez.Baz’ı semavi kitaplarda, “ Benim evliya kullarımdan birine eziyet eden, bana harp ilan etmiş olur” buyurmaktadır.Cenab-ı Allah hak evliya kullarını korur, onlara eziyet edenlerden intikam alır.Onları sevenleri muhafaza eder, korur.Evliya ile beraber olmalı, onları sevmelidir.Onlar hakkında kötü olan sözleri hiçbir zaman sarf etmemeli, su-i zan etmeyip, hüsn-i zan içinde bulunmamalıdır.
Allahu Tealnın sevgili kulları olan evliyayı vesile ederek, Cenb-ı Haktan bir şeyler istenebilir.Onları vesile ederek ba’zı ihsanlara kavuşulursa, bu yardımları ve ihsanları, evliyadan bilmememek lazımdır.İhsanı yapan Allahu tealadır.Çünkü veliker, kendiliklerinden bir şey yapamazlar.Allahu Teala onları çok sevdiği için, onların dua ve hatırı ile yaratır.Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadi-i şeriflerinde buyurduki; “Saçları dağınık, kapılardan kovulan öyle kimseler vardırki, bir şey için yemin etseler Allahu Teala onları doğrulamak için o şeyi yaratır.” Allahu Teala, sevdiği kullarını yalancı çıkarmamak için, yemin ettikleri şeyleri bile yaratınca, dualarını elbette kabul buyurur. Allahu Teala Mü2min süresinin altıncı ayetinde mealen; “Bana dua ediniz dualarınızı kabul edelim” buyurdu. Duaların kabul olması için şartlar vardır.Bu şartları taşıyan dua, elbet kabul olur.erkes bu şartları bir araya getirmediği için, dualar kabul olmuyor.Bu şartları yerine getiren velilerin.Dua etmeleri için, onlara yalvarmak şirk olmaz.Allahu Teala, söylenilenleri, sevdiklerinin ruhlarına işittirir.Onların hatırı için istenileni yaratır.Evliyanın ruhlarından yardım istenir.Çünkü, Allahu Tealanın sevdiği kullarının ruhalrı, diri ikende, öldükten sonrada Allahu Tealanın verdiği kuvvetle ve izni ile, dirilere yardım ederler.Böylece inananlar evliyadan yardım istemek, Allahu Tealadan başkasına tapınmak olmaz.Allahu Tealaya tapınmak, ona inanmak, ondan istemek olur.Aklı olan, bunu pek iyi anlar.
Hz.İsa (a.s.) çamurdan kuş yaptı.Allahu Telaya dua edip, kuşun canlanmasına ve ölen kimselere tekrar can vermesine sebep oldu.Peygamber efendimizin (s.a.v.) ayrılığına dayanamıyan Hannane ismindeki hurma kütüğünün inmesi meşhurdur.Peygamber efendimizin geçtiği yollarda, ağaçların, taşların selam verdiğini, dost, düşman herkes söylemektedir.Bütün peyganberlerde meydana gelen mu’cizelerden dahaçok mu’cize Resulullah efendimize zuhur etmiştir.Evliyada meydana gelen kerametler, peygamber efendimizin mucizelerinden bir cuzdur.
Allahu Tealanın sevdiği kulları olan veliler, yalnız ikende, herkesin yanında ikende, dini emirlerinden kıl ucu kadar dahi ayırmazlar.Allahu Tealayı hiç hatırlarından çıkarmazlar.Her işlerinde Allahu Telanın rızasını tahsil etmek içi uğraşırlar.Gece namazlarına devam ederle.Bütün amellerinde riyadan kaçınırlar.Geçmiş günahları için ağlarlar.Allahu Tealaya affı için yalvarırlar.”
Ahmed Rufai hazretleri buyurduki: “Herkes bilirki, dünya hayaldir ve dünyada ne varsa hepsi yok olamağa mahkumdur.Şeytanın vesveselerine aldanmamalı, kötü kimselerin dostluğundan şiddetle kaçınmalı, onlarla ssohbet etmememlidir.Yoksa sonu dünyada pişmanlık ahirette ise üzüntü ve haslettir. O halde bu kötü akibetten sakınmalıdır.Çünkü orada pişman olmak ve mazeret, bahane kabul edilmez.
İnsan kabrinde amelleriyle baş başa kalır.Onun için dünyada hayırlı işler, ahirette fayda sağlayacak ameller yapmalıdır.Günahlardan sakınmalı, dinin yayılması için gayret etmelidir.Bütün işlerini iyi niyetlerle yapmalıdır.Helal rızık kazanmalıdır.Fakirklere yardımcı olmalı, akrabaların ihityaçlarını karşılamalıdır. Yumuşak sözlü olmalı, herkesin anlayacağı şekilde konuşmalıdır.İnsanlarla güzel geçinip, kimsenin kalbini kırmamamlıdır.Öksüzleri işlerine yardım etmeli, çaresiz kalanlara dul kadınlara, yaşlı kimselere hizmet edip, dualarını almalıdır.Merhamet eden merhamet bulur.”
Alimlere karşı hürmetli olamalı, onları huzurunda edebi muhafaza etmeli ve az konuşmalıdır.Onların hizmeti ile şereflenmeyi büyük bir kazanç bilmelidir.
“Bizim halimizden anlamayan, istifade etmeyen, kavlimizden ( sözümüzden ) hiç anlayıp istifade edemez.”
“Hayırdan bir şey öğrenirseniz, onu insanlara öğretiniz.Böylece bu hayrın meyvelerinden isitfade edersiniz.”
Oğlu salih’e “Eğer benim ilmimle amel etmezsen, ben sana baba, sende bana evlat değilsin.”
“Kalb temiz olursa, dilden güzel sözler meydana çıkar.Çünkü, kalbin mahsülü, dilin sermayesidir.”
“Dünya öyle bir topraktırki, üzerindekini kendi besler, büyütür ve yine onları kendisi yer.İbret ile bakıldığında, yerde halı gibi serili olan bu toprakta, bizden önce gelip yaşayanların hep uzvlarının olduğu görülür.Aslında bastığımız toprak, değil önce yaşayanların yüzleri, yanakları ve diğer azalarıdır.İşte dünyanın aslı budur.Bunu bilip, ona göre hareket etmek lazımdır.”
“Hikmetin başı Allah korkusudur.” “bir kimsede benlikten eser bulunduğu müddetçe, kemal ( olgunluk)mertebesine çıkamaz.”
“Kendisinden daha fazla ilmi olan bir kimseyi görüpte, ondan, kibir ve gururundan dolayı isitifadeye çalışmayan kimse, en büyük cahildir.”
“Eserlerin en makbulü, aklen yüksek naklen sahih ( doğru), halkın din ve dünyasına faydalı olanıdır.”
“Az bir edebe sahip olmak, edebe aykırı olmayan ilim ve amelden efdaldir.Kendi nefsini iyi idare edebilen akıllıdır.Nefsini idare edemiyen ve insanlara güzel muameleden gafil olan cahildir.”
“Yolumuz üç şey üzerine bina edilmiştir. Bunlar; istememk, geri çevirmemek ve yığmamamktır ( evde malı biriktirmemektir).”
“Biriniz hayır ile ilgili bir şey öğrenirse, onu insanlara öğretmeliki faydasına kavuşulsun.Öğretme çoğaldıkça kişiye faydası dahada fazlalaşır.”
“Bir kardeşki dünyada faydalı olamıyorsa, ahirette hiç faydalı olamaz.”
Evlenmek isteyen birisine buyurduki: “Bir kimse Allahu Tealanın rızası için evlenirse, bu kendisine yeter ve kötülüklerden korunmuş olur.”
“Her gece semadan çeşitli ihsanlar yağar.Fakat bu ihsanlar, uyanık ve ayık olanlara dağıtılır.”
“Rıskın ne ise ona kavuşursun, hiç üzülme. Hırsada kapılma.Çünkü hırslı olan kimse aradığını kolay kolay bulamaz.Kul, kanaat sahibi olduğu zaman hürdür.İhtirasa kapıldığında köle sayılır.Kalbinden temah’ı çıkarki, ayaklarındaki ziancir çözülsün.”
“Kıyamet gününe hazırlan çünkü gidişin Allahu Tealayadır.”
“Dünya yaniAllahü teala için olmayan şeyler alçaktır.Onu sevmek hatadır.Bir anlık olan dünyada ibadet etmeye bak.Dünyayı isteyen aldanır, ahireti isteyen mesrur olur.Dünya hataların kaynağıdır.Ahiret ise, Allahu Tealanın mükafatların dağıtma yeridir.Dünya cefa yeri, ahiret sefa alemidir.Takvanın temeli, dünyatı bırakmaktır.”
“Evladım! Kulluk esasının birincisi nefsi tanımaktır.Halbuki onu tanıyan çok azdır.Onu tanımak şöyle dursu, varlığını kabul edenler dahi kıymetli kimseler olarak kabul edilir.Allahu Teala, nefsten daha ahmak, daha çirkin ve ondan daha pis kokulu bir şey yaratmadı.İrfan sahipleri için, ondan daha dar bir zindan düşünülemez. Nefsini tanıya bilen, her tarafı emin olan, tehlikelerden korunmuş bir kaleye sığınmış olur.Tanıyamıyan, hatta anlamak istemeyen için tehlike büyüktür.Onu anlamadıkça, şerrinden kurtulmak mümkün değildir.onu anladıktan sonra, marifet sahibi olunmaz.”
“Seyyid Ahmed Rufai Hz., ayat-ı hırs”ismindeki risalesinde buyurduki: “Eshab-ı Kiramdan Ubeyy Bin Kab ( r.a.) diyorki: “Resulullahın (s.a.v.) yanında oturuyordum.Bir köylü geldi.Kardeşinin ağır hasta olduğunu söyledi.Peygamber efendimiz “hastalığı nedir?” buyurdu.O köylü “cin çarpması” dedi.Peygamberimis (s.a.v.) “kendisini buraya getir” buyurdu.Kardeşi gelip oturdu.Resulullah ( s.a.v.) efendimiz, hastaya şu ayetleri okudu.Hasta hemen iyi olup kalktı.” Hastaya okunan ayetler şunlardır. 1- Fatiha suresi 2-Bakara suresi başından dört ayet, ayrıca 163- ve 164 ayetleri, Ayet-el-Kursi, yine bu surenin son üç ayeti ( 284,285,286), üç Al-i İmran suresinin 18. ayeti 4-Araf suresinin 54. ayeti 5-Mu’münun suresinin 116. ayeti, 6-Cin suresinin 3. ayeti 7-Seffat suresinin başından 10.ayet. 8-Haşr suresinin sonundaki 3 ayet, 9-İhlas suresi 10-Felak suresi 11-Nasr suresi
Ahmed Rufai Hz., yine bu risalesinde buyurduki: “Kur’an-ı Kerimden şifa ayetlerini ve eserde bildirilen duları ( hadisi şeriflerde ve Eshab-ı Kiramında geçenleri) usul ve şartlarına uyarak sıarasıyla sar’a hastalarına,eli ayağı tutmayan felçlilere üç veya yedi gün okudum.Bi-İznillahi Teala hepsi, sihhat ve afiyet buyurdu, şifaya kavuştular.Bir kağıda yazıp, sihire muptela olanların boyunlarına iyice katlayıp astım. Hepsi sihirden kurtuldular ve bir daha sihire yakalnmadılar.Her kim, Ayet-i Hırz’ı, duaları ile beraber her gün okursa ona sihir te’sir etmez.İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden emin olur.Kim onu yazıp bir şeye sarılmış olarak yanıda taşırsa, çeşitli hastalıklardan, sihirden, kerih olan (istenmeyen) her türlü şeyden emin olur. Her kim duaları ile beraber okursa, duası müstecceb olur ve arzu ettiği her şeye kavuşur.Ayat-ı Hırz, muhkem kale sağlam bir burçtur.Kim bu kaleye girerse, korunmuş olur.Hülasa her ne niyetle okursa o niyetine kavuşur. (Ayat-ı Hırz, Teshil-ül-Menafi isimli arab’i tedavi kitabının sonunda vardı.)Ahmed Rufai Buyurduki: “ Ayat-ı Hırz’ın bütün hususiyetlerini yazmak bu küçük risaleye sığmaz.Onun için bu kadarı ile İktifa edildi.Ayat-ı Hız’ı ve dualarını okumanın bazı şartları vardır.Abest alıp yedi istiğfar ve onbir selavat okuyup, hastanın sihhatine niyet ederek, güneş doğduktan ve ikindi namazından sonra günde iki defa hasta üzerine okumalı, şifa buluncaya kadar ( 40 gün ) devam etmelidir.
Seyyid Ahmed Rufai Hz.’nin, müminlerin imanlarının kemale ermesi için gösterdiği yola Rufailik adı verildi.Kendisine tamamen bağlı olan, yolunu bozmayan yani her işinde, her sözünde dinimizin emir ve yasaklarına tabi olanlarada “Rufai” denildi.Fakat, zamanla diğer tarikatlar gibi bu yolda bozuldu.Dünyaya düşkün olanlar, dini dünyalık arzularına alet ederler,Ahmed Rufai Hz.’nin isminden istifadeye çalışırlar.Şeyh ve tarikatçı olarak ortaya çıkıp, ağızlarına ateş koymak, ağızlarından alevler çıkarmak, bir yanağına bıçak, şiş sokup öteki yanağından çıkarmak.Sokak ortasında yatarak üzerinden kamyon geçirtmek gibi işleri yaparak, keramet sahibi olduğunu iddia edenler görüldü.Halbuki bunların keramet ile hiçbir alakası yoktur.Allahu Teala, Musa Aleyhisselam zamanında sihirbazların bulunduğunu haber veriyor ve sihir olduğunu beyan buyuruyor.Bu ve benzeri işleri sihirbazlarda yapmaktadırlar.
Allahu Teala her şeyi bir sebep ile yaratıyor.Bir işi yapmak, bir şeyi elde etmek için, bu işin sebeplerine yapışmak lazımdır. Mesela buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek tohumu saçmak, ekini biçmek lazımdır.İnsanların bütün hareketleri, işleri Allahu tealanın bu adeti içinde meydana gelmektedir.Allahu Teala, sevdiği insanlara iyilik, ikram olak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara adetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor.Peygamberlerden ( Aleyhisselam ) , Allahu Tealanın adeti dışında, kudret-i ilahiyye içinde meydana gelen şeyler “Mu’cize” denir.Peygamberlerin mu’cize göstermesi lazımdır.Evliyada adet dışı meydana gelen şeylere, “keramet” denir.Evliyanın keramet göstermesi lazım değildir.Bunlar, keramet göstermek istemez.Allahu Tealadan utanırlar. Vali olmayanlardan meydana gelen adet dışı şeylere “firaset” denir.Fasıklardan, günahı çok olanlardan zuhur ederse, “ istidrac” denirki, derece derece kıymetini bildirmek demektrir.Kafirlerden zuhur edenlere ise “sihir” yani büyü denir.
Yaklaşık olarak son yüz seneden beri tarikat adı altında bir çok şeyler uyduruldu.Hakiki islam alimlerinin, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı Kiramdan alıp, bildirdikleri doğru yol unutuldu.Dinde cahil olanlar, hatta islamiyetin emirlerine açıkça uymayanlar, şeyh ve tarikatçı ünvanı alarak, zikir ve ibadet adı altında, dinimizin yasak ettiği bir çok bid’adlar ortaya çıkardılar.Peygamber efendimiz buyuruyorki: “Bir kimsenin havada uçtuğunu ve deniz üzerinde yürüdüğü, yahut ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat islamiyete uymayan bir iş yapsa, keramet sahibiyim dese de, onu büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan saptırıcı biliniz…!” Rufai Seyyidleri.