Skip to content Skip to footer

Seyyid H. Ahmet Baba

SEYYİD HACI AHMET BABA Hz

Seyyid Hacı Ahmet Baba 1792 tarihinde Van da dünyaya gelir. İlk eğitimini ve terbiyesini babası Yusuf-u Naili Hazretlerinin dergâhında ikmal eder. Henüz buluğa erdiği yıllarda istikbalini tayin eden bir sahih rüya görür. Rüyasında Pasin istikametinde parmak parmak dağlarla çevrili köy içerisinde büyükçe bir çınar ağacının altında oturmaktadır. Ağacın dallarına kuşlar konmuş ötüşmektedirler. Babası Yusuf-u Naili Hazretleri rüyadan beklenen mesajı almış ve demiş ki. Oğlum rüyanda sana gösterilen o çınar ağacının kökü Hz. Rasulullahtır. Dalları biz evlatlarıyız. Dallarına konup ötüşen kuşlar ise bize intisap edinen müritlerdir. Ötüşmeleri Hakkı zikretmeleridir. Sen o mekânı bulup orada İslâm’a hizmet için, insanları yetiştirmekle görevlisin. Böylece baba ocağından ayrılan Seyyid Hacı Ahmet Baba İstanbul istikametine doğru yola çıkar. İstanbul Üsküdar daki Aziz Mahmut Hüdayî dergâhında meşveretle iştigal eder. Dergâhın o günkü şeyhi Mehmet Ruşen Hilmi Hazretleri Nakibul eşraflar aracılığı ile imparator hudutları içerisinde bulunan Hicaz beldesindeki han, hamam ve vakıflardan ücretsiz istifade etmeleri için devrin padişahı Abdülhamit Handan onaylı bir belge alır. Hacc kafilelerindeki deve kervanları ile 6 ay gidiş 6 ay dönüş olmak üzere bir yıllık zaman diliminde Hacc ibadetlerini yerine getirirler.  Tekrar İstanbul’a dönüldüğünde Padişah Hacı Ahmet Baba’nın da seyit neslinden olan Nakibul eşraflar ile sarayda kalmasını istemektedir.  Hacı Ahmet Baba kendisine manen sahih rüya yolu ile işaret edilen dergâhını Erzurum Pasinler’e bağlı Sanamer köyünde kurmak üzere müsaade alır ve Urfa Halilürrahman da ve Bitlis Muhammedi Küfrevi Hazretlerinin dergâhlarında meşveret ettikten sonra Sanamer’e ( Bugün kendi adı ile şereflenen Hacıahmet ) Köyüne yerleşir. Kendine sır olan 120 yıllık ömrünü tasavvufi bir iklimde 1912 yılında bahse konu köyde tamamlar. Türbe- i şerifleri Sanamer köyündedir. Çağının âlimleri tarafından “Gâvs-ı âzâm”lığı hususunda ittifak edilen Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın hayatı kerâmetlerle doludur. O dönemin meşaihi, Seyyid Hacı Ahmed Baba için “kerâmet denizi” demişlerdir. O sadece yaşadığı devrin değil sonraki devirlerin de aranılan mânevî şahsiyeti olmuştur. Sağlığında olduğu gibi vefatının ardından da hala feyzinin gönüllerden ve isminin dillerden düşmeyişi bunun ispatıdır.

Yorum Yapın

ŞEHİT YAKUP BABA

SARIKAMIŞ HAREKÂTI ve ŞEHİT YAKUP BABA

(22 Aralık 1914/ 05 Ocak 1915)

İnsanoğlu hırslı ve tamahkâr yaratılmıştır. Fıtratında mevcut olan bu duygular Âdem (a.s.)’ın oğulları ile kendini göstermiş ve Kâbil, Hâbil’i öldürmüştür. O tarihten günümüze, dünya üzerinde hakkına razı olmayanlar yüzünden kavgalar, savaşlar hiç eksik olmamış, her devir ve dönemde menfaat çakışmalarından dolayı büyük-küçük savaşlar yapılmış ve kıyâmete kadar da yapılacaktır.
Üzerinde yaşadığımız bu topraklar da tarih boyunca çok savaşlara sahne olmuştur. Ulu dedemiz Şehît Yakup Baba’nın da içinde bulunduğu savaşın zemini o yılların şartlarında sözde dostumuz olan Almanlar tarafından atılmıştır.
Bahse konu savaşa girişimizin sebebini hatırlayalım!
Almanların Goben ve Braslav isimli zırhlıları Akdeniz’de müttefik kuvvetlerin gemilerinin takibinden kaçıp İstanbul önlerine kadar gelmişlerdir. Müttefik kuvvetlerin gemileri istemeleri üzerine, Osmanlı İmparatorluğu “Biz bu gemileri satın aldık” demişler, fakat kısa bir süre sonra bu gemilerdeki mürettebât, Türk subay ve er kıyâfetleri giyinerek Rusya’nın Sıvastapol, Novorovski gibi limanlarını topa tutunca Ruslar ve onlarla birlikte hareket eden müttefik devletler Osmanlı’ya savaş açmışlardır.
Zaten tarih boyunca Doğu Anadolu bölgesi üzerinde emelleri olan Ruslar, bu fırsatı ganimet bilerek Kafkas cephesinden ülkemize saldırmışlardır. Bu saldırıya dur diyen Enver Paşa komutasındaki 9, 10 ve 11. kolordu komutanlığı Rusların karşısında vatanlarını savunmuşlardır. 9. kolordu, Sarıkamış ormanlarında, 10. kolordu Erzurum Oltu istikâmetinden Sarıkamış üzerine yürürken 11. kolordu komutanı Gâlib Bey komutasındaki 33. tümen, Aras nehri boyunca Kötek ve Zivin muharebelerinde ulu dedemiz Şehit Yakup Baba, 60 kişilik dervişleri ile Yüzbaşı Cevat Beyin birliğini takviye ederek Ruslar karşısında vatanlarını savunmuşlardır.
Seyyid Yakup Baba’nın da içinde bulunduğu kahramanlarımız, şanlı bayrağımız semâlardan inmesin, dinimizin sembolü olan ezânlarımız minârelerden dinmesin ve nâmûs mukabili vatanımız düşman çizmeleri ile çiğnenmesin diye bir gül bahçesine girercesine savunma hattı mevzilerine girmişlerdir.
Sarıkamış harekâtı ile başlayan 1. cihan savaşı Türk milletinin vatanı, bayrağı ve onuru için neleri yapabileceğinin ispatlandığı, İslâm’ın kıyâmete kadar bâkî kalacağının görüldüğü bir savaştır. Ayrıca ülkemize göz diken düşmanların, yenilmeyiz diyenlerin yenildiği, haddini bilmeyen ülkelere hadlerinin bildirildiği savaş olmuştur.
  1. cihan savaşı aynı zamanda, hilâlle haçın varlık yokluk savaşıdır. Bu savaş, İslâm ve Müslümânların kaderini tayin eden bir savaş olmuştur. 1. cihan savaşı, tevhîde değil tekniğe, insana değil teknolojiye, mânâya değil tamamen maddeye güvenen, kâinâtın yaratıcısını hesaba katmayan ve tarih boyu savaştığı Müslümân Türk neslini küçümseyip umursamayanların hezimete uğradıkları savaştır. Kısaca 1. cihan savaşı, haçlı gururunun yere serildiği, Türk milletinin vatanı, bayrağı ve onuru için nelerin yapabileceğinin bilindiği, İslâm’ın kıyâmete kadar bâkî kalacağının görüldüğü bir savaştır.
Anadolu yiğitlerini doğuran analar, evlâtlarını koç gibi büyütürler. Zîrâ koçlar, kurban edilmek üzere beslenirler. O günün şartlarında her Ocağın, 20 ile 45 yaşları arası yiğitleri de (Sarıkamış Harekâtı ile başlayan 1. Dünya Savaşının) cepheye gidip tekrar evlerine dönmeyen şehitler olmuşlardır.
Şafak, yüz binlerce yıldız sönmeden sökmez. Ruhları arşın şâhikalarında yıldız gibi parlayan şehîdler, ülkemiz üzerine kara bulut gibi çöken düşman kuvvetlerinden arındırdıkları vatan topraklarını bizlere emânet etmişlerdir.
İstiklâl şâirimiz Mehmet Akif Ersoy, samimiyetsiz batılıları kastederek “Tükürün ehl-i salibin o hayasız yüzüne” demiştir. Uğruna savaşa girdiğimiz (Sarıkamış Harekâtında Allâhuekber dağlarında, kanal harekâtında, Süveyş’te, Galiçya’da, velhasıl yedi cephede ve Anadolu’nun içinde 3 milyon şehit verdiğimiz) Almanlar: Kudüs İngilizler tarafından Osmanlıların elinden alınınca, cephede omuz omuza, yan yana savaştıkları Mehmetçiklerin gözü önünde “Kutsal şehir Kudüs Hıristiyanların eline geçti” diye bayram yapmışlardır[1]. O yüzden peygamberimiz, asırlar öncesinden Müslümanların kulaklarına küpe yapacakları mübârek sözlerinin birinde “Küfür bir millettir”buyurmuşlardır.
Bu milletin mukaddesâtı ile ülke savunmalarında Allâh (c.c)’un rahmeti, Hz. Peygamberimizin (s.a.v)’ ın şefaati ve evliyâların himmeti ile büyük kerâmetler görülmüştür. Bunlardan birisi şöyle belgelenmiştir:
İngiliz kumandanı Çanakkale savaşında, Sir Hamilton J 63. tümene, 12 Ağustos öğleden sonra Tekke ve Kavaktepeleri mevkiine saldırı emri verdi. Fakat müthiş bir Türk mukâvemeti ile karşılaştı. Diğer birlikler durdurulduğu halde, İngiltere’den gelen Norfolk taburu daha az bir mukâvemetle karşılaştığı için Yeni Zelandalı askerlerin gözleri önünde ilerlemeye devam ettiler. Karşılarındaki tepe, bir bulut parçasıyla kaplıydı. Son asker de bulutun içine girince bulut havalandı ve tepe açıkça görünmeye başladı ama askerlerden hiçbir eser yoktu. Daha sonra da bu taburdan hiçbir haber alınamamıştır.
Daha sonra İngilizler 1918’de Türkiye’yi işgâl edince, ilk işleri bu taburun âkıbetini Türk hükümetinden sormak olmuş, ama Türk hükümeti bu taburla ilgili hiçbir şey bilmiyormuş. Yapılan tüm araştırmalar da sonuçsuz kalmış. Şair:
Korkma düşmandan ki ateş olsa yandıramaz seni,
Müstakîm ol, Hazreti Allâh utandırmaz seni[2]
Dizesiyle bu hususu taçlandırmıştır. Yaklaşan Sarıkamış Harekâtının yıldönümü vesilesi ile ulu dedemiz ve iftihârımız Şehîd Seyyid Yakup Baba’mızın şahsında tüm şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Rabbimizden kıyâmet sabahında şefâatlerinden bizleri mahrûm bırakmamasını niyâz ediyoruz.
Tüm İslâm âleminin ve ülkemizin medâr-ı iftihârı Mehmet Âkif Ersoy’un sözleri ile yazımızı bitiriyoruz:
Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Biz sizi yüreğimize gömdük
Bir Sarıkamış hikâyesi bu
Acı ve soğuk
Ama yüreğimdeki yeri sıcacık
Benim donmuş şehitlerim.
Doksan bin askerim.
Kendine mezar olarak
Ne de güzel yer seçtin
Mekânınıda makamın gibi
Zirvelerde senin.
Hani şehitler bürünmez di kefene?
Peki ya sizi saran, beyazlar neydi öyle
Ne büyük şeref, ne şanlı tarihti bu!
Damarınızda dolaşan kanınız, donmuştu.
Sizler, Allâhuekber dağlarının kar çiçekleri!
Türk ordularının onurlu neferleri
Ne büyük şan!
Doksan bin can ve doksan bin destan
Siz rahmet güneşinin sıcağında ısınırken
Düşmanlarınız, korkudan titredi
Vatan için can vermek yiğitlerin işiydi
Şimdi sizi hatırladığımızda
Üşüyen bedenlerimiz, ağlayan gözlerimiz var.
Ama neye yarar?
Ağırladığınız yerdi karlı dağlar.
Ey şehit!
Tüfeğin yastığın oldu, kar’sa döşeğin
Şehitlik’se, ikrâmıydı size Rabbinin
Geride bıraktıklarınız
Başı okşanacak, boynu bükük yetimler
Bir de içi sızı dolu yürekler
Mirasınız onûrumuzdu sizin, başınız dimdik
Biz sizi en sıcak yere, yüreğimize gömdük.
Abdulbaki ÇINAR
Kasım-2006

[1] Mehmet Arif Bey, Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, 1973, s. 1-264.

[2] Yasemin Candan ve Ergun Candan, Yaşanmış Esrarengiz Olaylar, Sınır Ötesi Yayınları,  İst. 2003, s. 44. “Çanakkale’de kaybolan İngiliz taburu”

[1] Mehmet Arif Bey, Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, 1973, s. 1-264.

[2] Yasemin Candan ve Ergun Candan, Yaşanmış Esrarengiz Olaylar, Sınır Ötesi Yayınları,  İst. 2003, s. 44. “Çanakkale’de kaybolan İngiliz taburu”

Yorum Yapın

SİLSİLE-İ RUFAİ

 

هذه سلسلة الرفاعية

بسم الله الرحمن الرحيمالحمد لله رب العالمين, والعاقبة للمتقين, والصلاة والسلام على سيدنا محمد وآله وصحبه أجمعين, وبعد;فهذه رسالة السلسلة الرفاعية قد تبين وظهر بأخبار صحيح من نسب الطاهر جده سيد إبراهيم بن سيد إمام الموسى الكاظم من نسب الطاهر وسيد إمام الباهر مشهورا بين الناس لا شبهة فيها, وذلك بعد الموارد حجة الشجرة وسلالة الدلالة على… مرعيا, فينبغي لجميع الإخوان يطيعوه ويفخروه لأجل شرفه وانتسابه, إن شرفنا بهذا وبالتبعية, آمنا صاحب هذه الشجرة, والمراد بالشجرة الطريقة العلية, وصدقنا بكل شيء أخبرنا, فمن اتبع أثار شيخه ورشادته, ومشى على منهاجه وسلوكه, فيعلم بمتابعته أهل الذكر, فإنه ينجو من العذاب وزائم الفكر, فإنها تنور القلب.وقال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: “مثل طريقتي كمثل سفينة نوح, من تمسك بها نجا, وتخلف عنها غرق. صدق رسول الله,ثم وصيناه مناقب حال شيخنا الكبير السيد أحمد الرفاعي كثرة التفكر في الخلوات, لا يضمأ من فكره, وكان له أوراد وصلوات الشريفة وكثرة الورد والقيام والصيام, وكان له من الخليفة ثلاثون ألف في البلاد العجم وثلاث ألف في البلاد العرب.فتاريخ ولادته جائنا أربع مائة وثلاثون أحد سنة من نسل محمد, وتاريخ الانتقال إلى دار البقاء خمس مائة وأربعون ستة سنة, فعمره مائة وخمس عشر سنة, وإنه مشى على البحر ولم يبل قدمه دائما وفرش السجادة على البحر وركب الفقراء عليها ودخل تحته وهي مظلمة فنور كشعلة القناديل وركب الأسود, وطاعته الرفاعي أو غير ذلك, وبعد ذلك دعا السماك من البحر, فجاءت له بلسان فصيح: “يا ولي الله كل من حي تشريفك فيه فار الفرات كلوا لحومه وألق العظام” وقال شيخ المعظم: “قوموا بإذن الله تعالى” فقاموا العظام واكسوا لحما بإذن الله تعالى وهو خرج إلى ساحل البحر, فألهم إلى ولده وقال: “أوصيك كل من خاليك وتطهر سري,ياولدي! أوصيك بالخضوع والخشوع وملازمة التقوى, أساس كل شيء, وعليك بالزهد والتصوف, وقال النبي صلى الله تعالى عليه وسلم: “الشريعة أقوالي, والطريقة أفعالي ‘,ويا ولدي! أوصيك بتقوى الله ولزوم الشريعة وحفظ الخواطر,

ثم إني أذكر للمشار إليه أسرار العارفين, برهان العاشقين, وصال الصادقين, الشيخ عبد الغني نارماني من طريقة الرفاعية, أخذها واقت نرمان العاشقين, والمرشد الكاملين, ووصل الصادقين, والمحققين, قطب الأولياء والدين, الشيخ سيد الحاجي أحمد با

*** HAZA ,RUFÂ’Î SİLSİLESİDİR ***

Esirgeyen ve bağışlayan Allâh’ın adıyla.Hamd, Âlemlerin rabbi olan Allah içindir. Âkıbet, Müttakiler içindir. Namaz ve Selam, Efendimiz Muhammed, onun Ailesi, ve çift sayfalar sahabesi içindir.Daha sonrasına gelince met (Risale), Rufâ’î silsilesini içeren bir Risaledir. Tertemiz Bir nesepten gelen dedesi Seyyid İbrahim b. Seyyid İmam Musa Kâzım ve cağ arasında meşhûr olup hakkında şüphe bulunmayan Seyyid İmam-ı Bâhir hazırsındır tertemiz bir nesepten gelen doğru haberlerle açığa çıkmış ve kesinleşmiştir. Cennetin Ayşe Risale, zikredilecek kaynaklardan gale met soyağacı / soya kütüğü ve met sülâlenin (peygamberden geldiğinin sıhhatine işâret) Bir delîlidir ve met soy ağacı korunmuştur. Tüm ihvân yılında Buna itaat etmesi; onun şerefinden ve ona intisap etmekten dolayı onur duyması gerekir. Biz met soya Tabi ‘olmaktan Şeref duyarız ve met şecerenin sahibine inandık. Ayşe şecereden maksat, bu Yüce tarîkattır. Bize verdiği haberlerin hepsini tasdîk ettik. Kim şeyhinin eserlerine / izlerine Tabi Olur, onun gösterdiği yoldan gider, onun yoluna ve yöntemine ayak uydurur ve ona tabi olmakla da Zikir ehli olarak bilinirse azaptan kurtulur. Devamlı tefekkür, Kalbi nurlandırır.Peygamberimiz (s.a.s) buyurdu ki: “Benim yolum, Nuh’un gemisi gibidir. Ona sıkı sıkıya tutunan / binen, kurtulur; ondan geri kalan (gark olur) boğulur “. Peygamber, (ne) doğru söylemiştir! Gale biz ona (Bu yolun yolcusuna) Büyük şeyhimiz Seyyid Ahmed er-Rufâ’î’nin yaşamından menkıbeler / Seçkin Haller öğüt ettik. Ahmed er-Rufâî, halvetlerde / uzletlerde / Yalniz basina çokça tefekkür etmeye doymazdı. Onun evrâdı, salevât-ı şerîfeleri, çokça namazı ve orucu Vardi. ‘Acem beldelerinde 30,000 (otuz bin); Arap beldelerinde  3000 (Üç bin) halîfesi Vardi. Doğum tarihine gelince, Ahmed, bize Muhammed’in neslinden, 431 (Dört Yüz otuz bir) senesinde geldi. 115 (Beş üzerinde yüz) yaşındayken, 546 (BES Yüz Kırk alti) senesinde Dar-ı bekâya intikâl etti. Denizde yürüdü ama ayakları hic ıslanmadı. Denizin uzerine seccâdesini serdi. Fakîrler onun seccâdesine bindi. Karanlıkta denizin dibine daldı / girdi. Kandîllerin ışıkları hazırsındır (Karanlık) denizi aydınlattı. Esved’e bindi. Onun (Hakka) itaati Rufâ’îlik vb. şekildedir. Gale denizdeki balıklara nida etti. Denizden bir alabalığı geldi ve gayet Açık BİR dille şöyle Dedi:”Ey Allâh’ın velisi / Dostu, ona canlıya Şeref verirsin dokunduğun. Fırat nehri kaynadı. Etlerini yiyin, kemiklerini  atin “.Şeyhu’l-muazzam, Dedi ki: “Allah Te’âlâ’nın izniyle Kalkin.Kemikler, kalktılar ve Allâh’ın izniyle Vs büründüler. O da denizin sâhiline çıktı. Çocuğuna ilham etti Dedi ki ve:”Sana öğüt ediyorum: Boşluğundan Siz ki sırrımı “çıkarasın temize.Evlâdım!”Hakk’A boyun eğmeyi, ona Karşı Korku ve ümit arasi Bir halde olmayı ve onu şeyin Esasi olan takvaya sarılmayı öğüt ederim. Zühde ve tasavvufa sıkı sıkı sarıl “.Peygamberimiz (sas) buyurdu ki: “Şeriat, sözlerim; tarikat imkb fiillerimdir”.Evlâdım!”Allâh’tan korkmanı, şeriata yapışmanı ve aklını / fikrini / zihnini korumanı öğüt ederim”.Gale kendisine işâret edilen / sâlikler âriflerin esrârını / sırlarını, âşıkların Burhanini ve sâdıkların visâlini zikredeyim / hatırlatayım.

NOT: SEYYİD HACI AHMET VE SEYYİD  HACI MEVLÜT BABA İLE İLGİLİ Orjinal SİLSİLE BU OLUP DİĞER SİTELERDEKİ TÜRKÇE YAZILI SİLSİLELER HATALIDIR.

Yorum Yapın

Seyyid Hacı Mevlüt Baba

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

Elâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn.

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi? Ayet:Yunus-62

1993 yılında Erzurum’da yayın yapan televizyon kanallarından birinde “Has bahçenin gülleri” isimli bir programda Hacı Mevlüt Baba’nın hayatına da yer vermişlerdi. O programda kendisine çok sevdiği üç şey sorulduğunda

Hacı Baba da cevap olarak:

  1. Şehir merkezinde ferah bir mekânda yaşamak,
  2. Âlimlerle ilim meclislerinde beraber olmak,
  3. Eser bırakmak.

Onun eserleri; satırlara değil sadırlarına,

Allah’a kul olma bilincini yazdığı insanlardı. Çünkü o mutasavvıf bir şahsiyetti. Tasavvuf ta satırda değil sadırda olmalıdır. Sadece okumakla olmaz. Birçok şey bilinmek için yaşanır. İslam ise yaşanmak için bilinir. Bana döndü ve dedi ki: “Daha evvelce ben yazdırdım. Yarıda bıraktılar. Yazılanları da ziyârete gelenler birer ikişer alıp götürdüler. Hiç bir şey kalmadı. Allâh aşkına bir eser bırakın”.Şurası muhakkak ki; herhangi bir konu hakkında kitap yazmak için araştırma yapmak ve kaynaklara inmek şarttır. Tabii ki bu kitap için temel kaynak dedem Hacı Mevlüt Baba’nın sağlığında kaydettiğimiz ses kayıtlarıdır. Tasavvufi edeple inanırız ki; Velinin sözleri kendi ağzından çıktığı şekli ile tekrar edilmesi o feyzin alınmasına sebep olur. Diğer bir ifade ile: Söz sahibinin ağzından çıkıp da cümleler muhatabının zihninden içeri bir yol bulduğunda beklenen tesir gerçekleşir. Böylece kişi sever, lezzet alır, zevk edinir, idrak eder. Anlaşılması hususunda izah şarttır. O’nu da yapmaya gayret ettik.O günden sonra hep niyetlendik, kısmet bugünlere imiş. Ömürlerini irşâda adayan ve mânevî derinlikleri ile meşhûr olmuş üç Hak dostu… Hayatlarını tasavvufî çizgide sürdürmüş ve etraflarını dînin aydınlatıcı tayflarıyla aydınlatmış büyük mânâ insanları, hakîkat erleri… Yaşadıkları dönemlerde aldıkları dînî terbiye ve tasavvufun kazandırdığı kâmil insân şahsiyeti ile nesîllerin hak ve hakîkate yönelmesi için mücâdele veren kutsî insanlar… Van, Hôş-âb (Güzelsu)’da neş’et eden ve Erzurum Horasan ilçesi, Sanamer (Hacı Ahmet) köyünde çınarlaşan mânevî silsilenin dîn ve îmân yolundaki gayretleri… Evet, Sanamer köyünde yaşayarak bulunduğu mekânı İslâmî düşünce ile yoğuran Hacı Ahmed Baba ile şehit oğlunu, torunu ve aynı zamanda kendinden sonraki Rufâî mürşidi olan Seyyid Hacı Mevlüt Baba’nın ibret ve hikmet dolu hayat hikâyelerini kitaplaştırdım. Üç büyük gönül insanının hayatlarını, düşüncelerini, ibâdet ufkunu, sosyal münâsebetlerini ve kerâmetlerini; Yaşadıkları hayat itibârı ile arkada mânevî izler bırakmış ama gelecek nesillere intikâl ettirilme hususunda ihmâl edilmiş bu üç büyük velînin hayatlarını ulaşabildiğimiz tüm ayrıntılarıyla aktarmaya çalıştık. Amacım, hak ve hakîkate dîl-beste olmuş Seyyid Hacı Ahmed Baba, vatanı uğrunda vatanında şehit olmuş Şehit Yakup Baba ile Seyyid Hacı Mevlüt Baba’nın daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlamak ve mesajlarını günümüz insanına ulaştırmaktır. Hayatlarını anlatırken aynı zamanda bağlı bulundukları Rufâî Tarikatı hakkında genel hatlarıyla bilgi vermeye çalıştık.

Ben, dedem Seyyid Hacı Mevlüt Baba’nın yanında yaklaşık 25 yıl geçirdim. Zaman zaman sohbetlerini ses kasetlerine kaydetmiştik. Bazen görüntülü olarak kameraya kayıt yapmıştık. Onu tanıyanlardan kendisine ait hadiseler ve kerâmetler dinledim, hatta bazılarına ben de şahit oldum. Bana hissettirdiklerini ve anlattıklarını yazmaya çalıştım. Torunu olarak mümkün olduğunca objektif olmaya gayret ettim. Aynı zamanda hayranıyım. Hitap etmek istediğim kitle, onu sevenler ve onunla gönül bağları kuranlardır. O, sohbet ehli idi. Dilinden hikmet pınarları akardı. Sözlerinden bereket ve nur damlardı.Arkadan gelen önce gidenin ayak izlerine basar misali Hacı Mevlüt Baba’da hayatı boyunca mürşidi Hacı Ahmed Baba’nın tasavvufi hayatını takip etmiştir. Üç büyük Gönül Sultanı’nın hayatları, elbette Kur’ân ve Sünnet çizgisinde idi. Bahse konu zatların hayatlarını açıklayıcı bir üst ve vakayı destekleyici alt paragraflar içinde muhafaza ederek okuyucuya takdim ettik. Onların dünyâ görüşlerini ifâde eden konulardan bazı örnekler sunmaya çalıştık.

Bu kitap:“Seyyid Hacı Ahmed Baba”,“Şehit Seyyid Yakup Baba”, “Seyyid Hacı Mevlüt Baba”, nın tasavvufi ölçüdeki hayat hikâyeleri ile“Tasavvuf ve Tarikat”, “Gönlümden Damlayanlar” üst başlığı ile okuyucuya takdim ettiğimiz Tasavvufi dünya görüşümüzü anlatan konuları içermektedir. Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın hayâtını yazarken kronolojik sırayı takip etmekle birlikte yaşamını konulara göre ele aldım. Ancak Seyyid Hacı Mevlüt Baba’nın hayatını yazarken okuyucunun onun hayatındaki akışı olduğu gibi izleyebilmesi için sadece kronolojik sıralamayı esas aldık.

Seyyid Hacı Ahmed Baba ve Seyyid Hacı Mevlüt Baba bölümlerinde, şiirlerin geçtiği yerlerde Arapça-Farsça kelimelerin Türkçe karşılıklarını vermeye gayret ettik. “Tarikat” konusunu yazarken konuyla ilgili terimsel ibârelerin geçtiği ilk yerde mümkün mertebe kaynak vermeye çalıştık. “Rufâî İlahileri” ile ilgili şiirler” ve “Mustafa Baba’nın Şiirleri”nin yer aldığı bölümlerde ise aslına sâdık kalmaya çalıştık.

Özellikle de kitabın birinci ve ikinci baskısının her aşamasında tümünü gözden geçiren, gerek şekil gerek içerik bakımından yaptığı tashîhlerle kitabın ilmî bir boyut kazanmasını sağlayan Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlilerinden, Üzeyir Tuna Bey’e şükrânlarımı sunar ve bu kitabın hayatlarını anlattığı Sâdât-ı Rufâîyye’den üç büyük mana sultanının himmet-i âlilerine ve feyz-i manevîlerine nail olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim. Ceddimiz hayatlarını İslam davasına adadıkları için biz bugünkü nesiller topluca şerefyap oluruz. Bizim dünyamızda ceddimizin karşılığı mutasavvıf şahsiyetlerdir. Sonuç olarak ortaya çıkan bu eserin, başta Seyyid Hacı Ahmed Baba, Şehit Yakup Baba ve Seyyid Hacı Mevlüd Baba’yı tanıyan, seven ve onunla gönül bağı kuranları mutlu edeceği temennisi ile var olan hataların şahsıma ait olduğunu bildirir, okuyanlardan duâ talep ederim. Tevfîk Allahu Teâlâ’dandır (cc).

Abdul Baki Baba

Yorum Yapın